28 Temmuz 2021 Çarşamba

 6- Hakim, savcı, avukat, kaymakam anıları...


-------ÇETİN YETKİN: BİR SAVCININ NOT DEFTERİNDEN!...

'' Ben de savcılığı, öğrenebildiğim kadarıyla savcılık yaparken öğrendim. Ama şanslıydım, doktora yapmış olduğum için doğrudan Ankara’ya atanmıştım. Deneyimli bir çok savcıyla birlikte çalışıyordum.

Bu deneyimli birçok savcının bana verdiği ilk ders;

‘’Maşa varken, ateş elle tutulmaz’’ oldu. Savcılık yaşamım boyunca hep işitecektim bu özdeyişi.

Bu, şu demekti:

Herhangi bir olayın soruşturma evrakını polise ya da jandarmaya gönderip yaptırmak olanağı varken, aman gerçeği ben kendim bulayım diye sen el atma. Evrak polisten, gelir, sen de iki satır bir iddianame ile mahkemeye gönderirsin olur biter, yoksa başın ağrır durur. Bu bir.

İkincisi, tarafları yollarsın mahkemeye, mahkeme işi çözer. Sana ne, ille de tüm delilleri toplayacaksın, kendini yoracaksın. Hele, olayı çözdüm, bu adam suçsuz, takipsizlik kararı vereyim hiç deme. Yolla adamı gitsin mahkemeye! Orada haksız yere sürünecekmiş, kaygı içinde kıvranacakmış, avukata kucak dolusu para ödeyecekmiş... Hiç düşünme!...

Maşa Kuramı’nı daha anlaşılır duruma getirebilmek için somut olaylara nasıl uygulanır ‘ konusuna gelince, onu da Çetin YETKİN, Bir Savcının Not Defterinden’ isimli kitabından ayrıntılı bir şekilde okuyabilirsiniz; özellikle genç ve yeni savcı arkadaşlara önerilir..



-          S-150-BİTİRİRKEN başlıklı kısım kitap konularının madde madde özetidir; okuyunuz!

-          Şimdilerde çok ünlü bir profesörün, silahla yaralanıp damarları parçalandığı için kan kaybından ölen kişiye ‘’akciğer embolisinden ölmüştür’’ diye nasıl rapor vererek bir cinayeti örtbas etmek istediğini,

-          Arkadaşını kaza kurşunu ile öldüren militanın mesleğini ‘’Profesyonel Devrimci’’ olarak açıkladığını ve savcının da ona ‘’Böyle profesyonellik mi olur?’’ dediğini,

-          Bir yargıcın bir duruşmada cebindeki son beş on lirayı açlıktan hırsızlık yapan çocuğa nasıl verdiğini anlatabilirim.

-          Ya da belki boynunda altın kolye, parmağında altın yüzük, bileğinde altın künye bulunan ünlü bir kaçakçı bana, ‘’Benim onurum var, beni nasıl olur da polisle getirtebilirsiniz?’’ dediğinde, benim onun yanındaki polislere dönüp, ‘’Kusura bakmayın arkadaşlar, ekmek parası işte, sizi böyle bir adamla yan yana bulundurmak zorunda kaldım, sizlerden özür dilerim’’ dediğimi, olayı da ayrıntısı ile hikaye de ederek söz konusu yaparız.

-          İstanbul Boğazı’ndan kaçakçılığı engellemek için alınan önlemlerin üst düzey bir yetkilice nasıl kaldırıldığından da uzun uzadıya konuşuruz.

-          Evet, belki bir gün uzun uzadıya konuşuruz bunları. Ama şimdi, sizlerle anılarımı, gözlemlerimi paylaştığım bu satırların sonuna gelmiş bulunuyorum. On yıl savcılık yaptım anlattığım bu koşullarda. Bu on yıl benim dünyaya, insana bakış açımı değiştirdi. Bu yıllar bana, önemli ve değerli birçok şeyin hiç de öyle olmadığını, hiçbir zaman bir anlam ve değer vermediğim şeylerin ise ne denli anlamlı ve değerli olduğunu öğretti. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder