30 Temmuz 2021 Cuma

 


 

 

 

 

10.2.2021

BB 11/21

Askerî Güvenlik Bölgesi Şerhi Konulması Sonucu Taşınmazlarda Oluşan Değer Kaybının Karşılanmaması Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edilmesi

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 29/12/2020 tarihinde, Cemal Taş ve Diğerleri (B. No: 2016/3316) başvurusunda, Anayasanın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Taşınmazları üzerine askerî güvenlik bölgesi şerhi konulan başvurucular, Millî Savunma Bakanlığına (İdare) gönderdikleri ihtarname ile bu şerhin kaldırılması veya taşınmazın kamulaştırılması talebinde bulunmuştur. Başvuruları reddedilen başvurucular, bu işlemin iptali istemiyle İdare aleyhine dava açmış, İdare Mahkemesi davayı reddetmiştir. Başvurucular, Sulh Hukuk Mahkemesine başvurmuş ve bilirkişi raporuyla taşınmazlardaki değer kaybı tespit edilmiştir. Başvurucular, taşınmazlarının üzerine site yapılması için Belediyeden izin talebinde bulunmuş fakat bu istekleri yapılacak binaların askerî tesisin gizliliği, güvenliği, savunulması ve harekâtına karşı tehdit teşkil edebileceği ve aynı zamanda söz konusu bölgede bulunan mevzinin atış kavsinde bulunacağı gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Başvurucular, söz konusu şerh nedeniyle taşınmazların imar sınırı içine alınamadığı ve şerhin kaldırılması için yapılan başvuruların neticesiz kaldığı gerekçesiyle delil tespiti dosyasında değer kaybı olarak belirlenen miktarın yasal faizi ile birlikte İdareden tazmini istemiyle dava açmıştır. İdare Mahkemesi davayı reddetmiş ve karar Danıştay tarafından onanmıştır.

İddialar

Başvurucular, taşınmazlarının tapu kaydına askerî güvenlik bölgesi şerhi konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Başvurucular, taşınmazlarına konulan askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle ortaya çıkan zararın karşılanmamasından yakınmaktadır.

Başvurucuların taşınmazlarının sadece belirli amaçlarla kullanılmasına ilişkin kısıtlama ile belirli kişilere devir ve kira yasağı getirilmesinin yanında askerî güvenlik bölgesi ilan edilmesiyle taşınmazların özel konumu gözetilerek fiilî bir yapılaşma yasağının da uygulandığı görülmektedir.

Askerî tesislerin kurulması ve güvenliğinin sağlanması için konulan askerî güvenlik bölgesi şerhi dolayısıyla uygulanan kısıtlamaların millî güvenliğin sağlanması yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacın gerçekleştirilmesi için elverişli ve gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Uygulanan şerhle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

Uyuşmazlıkta derece mahkemeleri -başvurucular taşınmazları tarım yapmak suretiyle kullandıklarından- henüz gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan zararların idarelerce tazminine olanak bulunmadığından yola çıkarak davayı reddetmiştir. Başvurucular ise anılan şerh sonrasında taşınmazların ekonomik değerinde azalma meydana geldiğini öne sürmüştür.

Başvurucuların murisi 1995 yılında konulan söz konusu şerhten önce taşınmazları edinmiştir. Dolayısıyla başvurucuların edinme tarihinde bu sınırlamayı öngörebilmeleri mümkün değildir. Aynı bölgede yer alan ve askerî tesise sınır olmayan diğer taşınmazlara yapılaşma izni verilmiş ancak başvurucuların taşınmazlarına askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle imar izni verilmediği gibi taşınmazların konumu nedeniyle İdarece fiilî bir yapılaşma yasağı da uygulanmıştır. Yaklaşık yirmi beş yıldır devam eden şerh nedeniyle taşınmazların maruz kaldıkları kısıtlamaların daha ne kadar süreceği belirsiz ve öngörülemez bir zamana bırakılmıştır.

Kamu makamlarının şerhin kaldırılması veya taşınmazların kamulaştırılması hususunda 2565 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümleri uyarınca takdir yetkisi bulunmaktadır. Fakat kamu makamları bu yetki kapsamında başvurucuların şikâyetlerini ortadan kaldıracak şekilde bir işlem tesis etmemiştir. Kamu makamları, kamulaştırılmasına gerek görmedikleri bu durumdaki taşınmazlar için makul kabul edilebilecek ölçüde bir tazminat ödemek suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin adil dengeyi bozmasının önüne geçebilecektir.

Dolayısıyla, çevresinde bulunan taşınmazlar imara açıldığı hâlde askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle imara açılamayan ve fiilî yapılaşma yasağı da uygulanan taşınmazlar nedeniyle başvurucuların bir zararlarının olduğu açıktır.

Derece mahkemelerinin henüz gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan zararların tazminine olanak bulunmadığına yönelik yorumu başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemiştir. Bu durumda müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.😁


 

            ASKERİ GÜVENLİK BÖLGESİ ŞERHİ KONULMASI SONUCU

      TAŞINMAZLARDA OLUŞAN DEĞER KAYBININ KARŞILANMAMASI

                                                  NEDENİYLE

                       MÜLKİYET HAKKININ İHLAL EDİLMESİ 

10.2.2021

BB 11/21

Askerî Güvenlik Bölgesi Şerhi Konulması Sonucu Taşınmazlarda Oluşan Değer Kaybının Karşılanmaması Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edilmesi

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 29/12/2020 tarihinde, Cemal Taş ve Diğerleri (B. No: 2016/3316) başvurusunda, Anayasanın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 

Olaylar

Taşınmazları üzerine askerî güvenlik bölgesi şerhi konulan başvurucular, Millî Savunma Bakanlığına (İdare) gönderdikleri ihtarname ile bu şerhin kaldırılması veya taşınmazın kamulaştırılması talebinde bulunmuştur. Başvuruları reddedilen başvurucular, bu işlemin iptali istemiyle İdare aleyhine dava açmış, İdare Mahkemesi davayı reddetmiştir. Başvurucular, Sulh Hukuk Mahkemesine başvurmuş ve bilirkişi raporuyla taşınmazlardaki değer kaybı tespit edilmiştir. Başvurucular, taşınmazlarının üzerine site yapılması için Belediyeden izin talebinde bulunmuş fakat bu istekleri yapılacak binaların askerî tesisin gizliliği, güvenliği, savunulması ve harekâtına karşı tehdit teşkil edebileceği ve aynı zamanda söz konusu bölgede bulunan mevzinin atış kavsinde bulunacağı gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Başvurucular, söz konusu şerh nedeniyle taşınmazların imar sınırı içine alınamadığı ve şerhin kaldırılması için yapılan başvuruların neticesiz kaldığı gerekçesiyle delil tespiti dosyasında değer kaybı olarak belirlenen miktarın yasal faizi ile birlikte İdareden tazmini istemiyle dava açmıştır. İdare Mahkemesi davayı reddetmiş ve karar Danıştay tarafından onanmıştır.

İddialar

Başvurucular, taşınmazlarının tapu kaydına askerî güvenlik bölgesi şerhi konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Başvurucular, taşınmazlarına konulan askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle ortaya çıkan zararın karşılanmamasından yakınmaktadır.

Başvurucuların taşınmazlarının sadece belirli amaçlarla kullanılmasına ilişkin kısıtlama ile belirli kişilere devir ve kira yasağı getirilmesinin yanında askerî güvenlik bölgesi ilan edilmesiyle taşınmazların özel konumu gözetilerek fiilî bir yapılaşma yasağının da uygulandığı görülmektedir.

Askerî tesislerin kurulması ve güvenliğinin sağlanması için konulan askerî güvenlik bölgesi şerhi dolayısıyla uygulanan kısıtlamaların millî güvenliğin sağlanması yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacın gerçekleştirilmesi için elverişli ve gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Uygulanan şerhle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

Uyuşmazlıkta derece mahkemeleri -başvurucular taşınmazları tarım yapmak suretiyle kullandıklarından- henüz gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan zararların idarelerce tazminine olanak bulunmadığından yola çıkarak davayı reddetmiştir. Başvurucular ise anılan şerh sonrasında taşınmazların ekonomik değerinde azalma meydana geldiğini öne sürmüştür.

Başvurucuların murisi 1995 yılında konulan söz konusu şerhten önce taşınmazları edinmiştir. Dolayısıyla başvurucuların edinme tarihinde bu sınırlamayı öngörebilmeleri mümkün değildir. Aynı bölgede yer alan ve askerî tesise sınır olmayan diğer taşınmazlara yapılaşma izni verilmiş ancak başvurucuların taşınmazlarına askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle imar izni verilmediği gibi taşınmazların konumu nedeniyle İdarece fiilî bir yapılaşma yasağı da uygulanmıştır. Yaklaşık yirmi beş yıldır devam eden şerh nedeniyle taşınmazların maruz kaldıkları kısıtlamaların daha ne kadar süreceği belirsiz ve öngörülemez bir zamana bırakılmıştır.

Kamu makamlarının şerhin kaldırılması veya taşınmazların kamulaştırılması hususunda 2565 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümleri uyarınca takdir yetkisi bulunmaktadır. Fakat kamu makamları bu yetki kapsamında başvurucuların şikâyetlerini ortadan kaldıracak şekilde bir işlem tesis etmemiştir. Kamu makamları, kamulaştırılmasına gerek görmedikleri bu durumdaki taşınmazlar için makul kabul edilebilecek ölçüde bir tazminat ödemek suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin adil dengeyi bozmasının önüne geçebilecektir.

Dolayısıyla, çevresinde bulunan taşınmazlar imara açıldığı hâlde askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle imara açılamayan ve fiilî yapılaşma yasağı da uygulanan taşınmazlar nedeniyle başvurucuların bir zararlarının olduğu açıktır.

Derece mahkemelerinin henüz gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan zararların tazminine olanak bulunmadığına yönelik yorumu başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemiştir. Bu durumda müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.


29 Temmuz 2021 Perşembe

 

Orman kadastrosu - Bilirkişi raporu - GÖREV - KEŞİF - ÇELİŞKİ – TAŞINMAZ : https://www.hukukmedeniyeti.org/karar/37682/orman-kadastrosu-bilirkisi-raporu-gorev-kesif-celi/?v=list&aranan=kroki

 

 

T.C.
Yargıtay
20. Hukuk Dairesi

 

Esas-No:2014/8153
Karar-No:2015/476
K.-Tarihi:- 28/01/2015

Özet:



Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Orman Yönetimi tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:...

Bu nedenle; mahkemece, önceki bilirkişiler dışında halen Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve bağlı birimlerinde görev yapmayan bu konuda uzman orman yüksek mühendisleri arasından seçilecek bir orman mühendisi ve bir harita mühendisinden veya olmadığı takdirde bir tapu fen memuru bilirkişi yardımıyla yeniden yapılacak keşifte, 05.03.2007 tarihinde yürürlüğe giren Orman Kadastro Teknik İzahnamesinin 36. maddesinde yazılı “Orman sınır nokta ve hatlarının arza uygulanmasında; tutanaklardan, orman kadastro haritalarından, hava fotoğraflarından, varsa ölçü karnelerinden, nirengi, poligon ve röper nokta ve krokilerinden yararlanılır…Sınırlama tutanakları, ölçü değerleri ve orman kadastro haritaları ile zemindeki durum arasında çelişki olduğunda, tutanaktaki kararlar ile orman sınır noktası ve hatlarının yazılı tarifleri esas alınmak suretiyle ölçü, harita ve zemin kontrolü yapılarak gerçek duruma uygun olanı uygulanır” hükmü ile 20.11.2012 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Orman Kadastrosu ve 2/B Uygulama Yönetmeliğinin “Teknik İşler” başlıklı Sekizinci Bölümünde yazılı esaslar gözönünde bulundurularak uygulama yapılmalı, yerel bilirkişi beyanlarına başvurularak yerinde bulunmayan orman sınır noktaları, bulunanlardan hareketle tutanak ve haritalarda yazılı mevki, yer, kişi isimleri ile açı ve mesafelere göre, orman kadastrosu, aplikasyon ve 2/B madde uygulama tutanak ve haritalarının düzenlenmesinde kullanılan hava fotoğrafları ve memleket haritalarından yararlanılarak, değişik açı ve uzaklıklardaki en az 6-7 adet orman sınır noktası bulunup röperlenmeli, anlatılan yöntemle bulunan ilk orman kadastrosu, aplikasyon ve 2/B madde uygulaması ile ilgili sınır noktaları aynı ölçeğe çevrilerek, çekişmeli taşınmazın orman kadastrosu aplikasyon ve 2/B madde haritalarına göre konumu genel kadastro paftası üzerinde, ayrı renkli kalemlerle gösterilip keşfi izleme olanağı sağlanmalı, aynı ya da yakın orman sınır hatlarında, dava konusu edilen parseller varsa, bunların tümü birleşik harita üzerinde gösterilerek bilirkişilerden müşterek imzalı rapor ve açıklayıcı kroki alınmalı, ilk orman kadastro harita ve tutanakları ile aplikasyon ve 2/B madde harita ve tutanaklarının uyumsuz olması halinde, yukarıda anılan Yönetmelik ve Teknik İzahnamede yazılı tutanakların düzenlenmesine esas alınan hava fotoğrafı ve memleket haritası ile desteklenen ve gerçek duruma uygun düşen tutanaklara değer verileceği düşünülerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir. ...

Açıklanan hususlar gözetilmeksizin, eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır....


MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Orman Yönetimi tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı Orman Yönetimi vekili, tapuda
davalılar murisi adına tarla niteliğiyle kayıtlı Yaylaalan Köyü Aşağıyazı Mevkii 110 ada 8 parsel sayılı 1157,73 m² yüzölçümündeki taşınmazın kısmen orman tahdidi içinde kaldığı iddiasıyla orman tahdidi içinde kalan bölümünün tapu kaydının iptaliyle Hazine adına tescilini istemiştir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne, çekişmeli 110 ada 8 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişi raporuna ekli krokide yeşil renkli (B) harfiyle gösterilen 138,08 m²'lik bölümünün
tapu kaydının iptaliyle Hazine adına orman niteliğiyle tesciline karar verilmiş, hüküm davacı Orman Yönetimi tarafından reddedilen (A) harfiyle işaretli bölüme yönelik temyiz edilmiştir.
Dava kesinleşen orman kadastrosuna dayalı tapu iptali ve tescil niteliğindedir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde dava tarihinden önce 09/06/1972 tarihinde askı ilanı yapılıp kesinleşen orman kadastrosu ile 09/06/1993 tarihinde askı ilanı yapılıp dava tarihinde kesinleşen sınırlandırması yapılmamış ormanların kadastrosu ile bu ormanlarla evvelce sınırlandırması yapılmış ormanlarda ve 2/B uygulaması vardır. Daha sonra 4999 sayılı kanuna göre yapılan fenni hatların düzeltilmesi çalışması bulunmaktadır.
Davacı Orman Yönetimi, dava dilekçesi ile ekindeki inceleme raporu ve haritada gösterdiği üzere çekişmeli taşınmazın 1972 yılında yapılan orman kadastro çalışmalarındaki tutanaklara göre orman sınırları içinde kaldığını ileri sürerek dava açmıştır. Mahkemece yapılan keşifte dinlenen, ormancı bilirkişi Raporunda dava konusu taşınmazın tamamının 1972 yılında yapılan orman kadastro çalışmalarında orman tahdit sınırı dışında kaldığını, memleket haritası, amenajman haritası ve hava fotoğrafları incelemesinde ise taşınmazın (A) bölümünün orman sayılmayan yerlerden olduğu, (B) bölümünün orman sayılan yerlerden olduğu bildirdiği ve ek raporunda tutanaktaki 18 nolu OTS noktasından olan çıkış dikkate alındığında; Çıkış Güney- Batı yönde ve devamında da patika ve 19 nolu OTS gelmekte, dolayısıyla bu 3302 uygulaması hattı ve çizimi 1972 yılı orman kadastrosu tutanağına uygun olduğu belirtilmiş olduğu anlaşıldığı, mahkemece dava konusu taşınmazın bilirkişi raporlarında (B) harfi ile gösterilen kısmının daha öncesinde yapılıp kesinleşen orman kadastro sınırları dışında kalmakla birlikte memleket haritası, amenanjman planı ve hava fotoğraflarının incelemesine göre eskiden beri bu kısmın orman vasfında olduğu, sonrasında buraya tapu verilmiş olmasının orman vasfını kaldırmayacağı, öncesi orman olan yerlerin sonradan tapu veya zilyetlik yoluyla kazanılmasının mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davacı Orman Yönetiminin davasının kısmen kabulüne karar verilmiştir. Bilirkişi tarafından 1972 yılında yapılan orman tahdidi ve 1993 yılında yapılan aplikasyona göre taşınmazın konumunun ayrı ayrı gösterilmediği, tutanaklar ile harita arasında çelişki varsa tutanaklara değer verileceği hususunun gözönünde bulundurulmadığı, tüm bu konuların tartışılıp değerlendirilmediği görülmüştür.
Bu nedenle; mahkemece, önceki bilirkişiler dışında
halen Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve bağlı birimlerinde görev yapmayan bu konuda uzman orman yüksek mühendisleri arasından seçilecek bir orman mühendisi ve bir harita mühendisinden veya olmadığı takdirde bir tapu fen memuru bilirkişi yardımıyla yeniden yapılacak keşifte, 05.03.2007 tarihinde yürürlüğe giren Orman Kadastro Teknik İzahnamesinin 36. maddesinde yazılı “Orman sınır nokta ve hatlarının arza uygulanmasında; tutanaklardan, orman kadastro haritalarından, hava fotoğraflarından, varsa ölçü karnelerinden, nirengi, poligon ve röper nokta ve krokilerinden yararlanılır…Sınırlama tutanakları, ölçü değerleri ve orman kadastro haritaları ile zemindeki durum arasında çelişki olduğunda, tutanaktaki kararlar ile orman sınır noktası ve hatlarının yazılı tarifleri esas alınmak suretiyle ölçü, harita ve zemin kontrolü yapılarak gerçek duruma uygun olanı uygulanır” hükmü ile 20.11.2012 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Orman Kadastrosu ve 2/B Uygulama Yönetmeliğinin “Teknik İşler” başlıklı Sekizinci Bölümünde yazılı esaslar gözönünde bulundurularak uygulama yapılmalı, yerel bilirkişi beyanlarına başvurularak yerinde bulunmayan orman sınır noktaları, bulunanlardan hareketle tutanak ve haritalarda yazılı mevki, yer, kişi isimleri ile açı ve mesafelere göre, orman kadastrosu, aplikasyon ve 2/B madde uygulama tutanak ve haritalarının düzenlenmesinde kullanılan hava fotoğrafları ve memleket haritalarından yararlanılarak, değişik açı ve uzaklıklardaki en az 6-7 adet orman sınır noktası bulunup röperlenmeli, anlatılan yöntemle bulunan ilk orman kadastrosu, aplikasyon ve 2/B madde uygulaması ile ilgili sınır noktaları aynı ölçeğe çevrilerek, çekişmeli taşınmazın orman kadastrosu aplikasyon ve 2/B madde haritalarına göre konumu genel kadastro paftası üzerinde, ayrı renkli kalemlerle gösterilip keşfi izleme olanağı sağlanmalı, aynı ya da yakın orman sınır hatlarında, dava konusu edilen parseller varsa, bunların tümü birleşik harita üzerinde gösterilerek bilirkişilerden müşterek imzalı rapor ve açıklayıcı kroki alınmalı, ilk orman kadastro harita ve tutanakları ile aplikasyon ve 2/B madde harita ve tutanaklarının uyumsuz olması halinde, yukarıda anılan Yönetmelik ve Teknik İzahnamede yazılı tutanakların düzenlenmesine esas alınan hava fotoğrafı ve memleket haritası ile desteklenen ve gerçek duruma uygun düşen tutanaklara değer verileceği düşünülerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Açıklanan hususlar gözetilmeksizin, eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı Orman Yönetimi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 28/01/2015 günü oy birliği ile karar verildi

 

 

 

 

YARGITAY
20. Hukuk Dairesi 2007/4414 E.N , 2007/7021 K.N.


İlgili Kavramlar

ÇEKİŞMELİ TAŞINMAZ
EKSİK İNCELEME
KADASTRO TESPİTİNE İTİRAZ
YETERSİZ BİLİRKİŞİ RAPORU

İçtihat Metni


Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasının yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Kadastro sırasında, Tozman Köyü 117 ada 7 parsel sayılı 2827.73 m2 yüzölçümündeki taşınmaz, belgesizden kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak davalı adına tesbit edilmiştir. Davacı Orman Yönetimi, taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu iddiası ile dava açmıştır. Mahkemece davanın kabulüne ve dava konusu parselin orman niteliği ile Hazine adına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, kadastro tespitine itiraz niteliğindedir.

Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya yeterli değildir. Keşif sırasında dinlenen orman bilirkişi Servet Bölükbaşı tarafından Resmi belgelerin uygulanmasına dayalı olarak düzenlenen 17.7.2006 tarihli raporda, çekişmeli taşınmazın memleket haritası ve hava fotoğraflarında yeşil orman alanı içinde kaldığını ve sonuç olarak orman sayılan yerlerden olduğu bildirmiş ve ekli memleket haritasında taşınmazın konumunu yeşil alanda nokta şeklinde gösterilmiştir. Ayni bilirkişi tarafından düzenlenen 18.3.2007 tarihli ek raporda ise dava konusu taşınmazın daha önceki raporda belirtildiği gibi tanzim edilen memleket haritasında ayni konumda ve orman kapsamında kaldığı bildirildiği halde rapora ekli ölçekleri eşitlenmiş ve kadastro paftası ile çakıştırılmış orijinal-renkli memleket haritasında taşınmazın kısmen açık alanda kısmen yeşil alanda işaretlendiği gözlenmiştir. Dosyada mevcut ziraatçı bilirkişi Mustafa Uysal tarafından düzenlenen raporda da taşınmazın üzerinde 2 ocak kök kısmından sürgün vermiş 30 yaşlı incir ağacı, 2 adet 25 yaşlı erik ağacı, 4 adet 15 yaşlı elma ağacı, 2 adet 15 yaşlı badem ağacı,62 adet 10-70 yaşlı kiraz ağacı , 26 adet 305 yaşlı mahlep fidanı ve 9 adet 20 yaşlı zeytin ağacı olduğu bildirilmiş olup orman bilirkişi raporunda belirtilen genç meşe ve çam ağaçlarından bahsedilmemiştir. Orman bilirkişi rapor ve ek raporu ile ziraatçı bilirkişi raporu birbiri ile çelişkili olup bu raporlar dayanak alınarak hüküm kurulamaz.

Orman sınırlandırılması yapılmayan veya sınırlandırılmanın ilk olarak yapıldığı yerlerde, bir yerin orman niteliğinin ve hukuki durumunun 3116, 4785 ve 5658 Sayılı Yasa hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir. 3116 Sayılı Yasa ile sadece devlet ormanları belirlenmiştir. 13.07.1945 tarihinde yürürlüğe giren 4785 Sayılı Yasanın 1. maddesi gereğince 2. maddesinde sayılan istisnalar dışında bütün ormanlar devletleştirilmiş, devletleştirilen ormanlardan bazıları sonradan yürürlüğe giren 5658 Sayılı Yasa ile iadeye tabi tutulmuştur. İadenin koşulları yasada gösterilmiştir.

Mahkemece, eski tarihli memleket haritası, hava fotoğrafları ve varsa amenajman planı ilgili yerlerden getirtilip, önceki bilirkişiler dışında bu konuda uzman serbest orman mühendisleri arasından seçilecek üç orman yüksek mühendisi ve bir fen elemanı ve ziraat mühendisi aracılığıyla yeniden yapılacak inceleme ve keşifte, çekişmeli taşınmaz ile birlikte çevre araziye de uygulanmak suretiyle taşınmazın öncesinin bu belgelerde ne şekilde nitelendirildiği belirlenmeli; 3116, 4785 ve 5658 Sayılı Yasalar karşısındaki durumu saptanmalı; tapu ve zilyedlikle ormandan toprak kazanma olanağı sağlayan 3402 Sayılı Yasanın 45. maddesinin ilgili fıkraları, Anayasa Mahkemesinin 01.06.1988 gün ve 31/13 E.K.; 14.03.1989 gün ve 35/13 E.K. ve 13.06.1989 gün ve 7/25 E.K. sayılı kararları ile iptal edilmiş ve kalan fıkraları da 03.03.2005 gününde yürürlüğe giren 5304 Sayılı Yasanın 14. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olduğundan, bu yollarla ormandan yer kazanılamayacağı, öncesi orman olan bir yerin üzerindeki orman bitki örtüsü yokedilmiş olsa dahi, salt orman toprağının orman sayılan yer olduğu düşünülmeli; toprak yapısı, bitki örtüsü ve çevresi incelenmeli; kesinleşmiş orman kadastrosu bulunmadığından, yukarıda değinilen diğer belgeler fen ve uzman orman bilirkişiler eliyle yerine uygulattırılıp; orijinal-renkli (renkli fotokopi) memleket haritasının ölçeği kadastro paftası ölçeğine, yine kadastro paftası ölçeği de memleket haritası ölçeğine çevrildikten sonra, her iki harita komşu ve yakın komşu parselleri de içine alacak şekilde birbiri üzerine ablike edilmek suretiyle, çekişmeli taşınmazın konumunu çevre parsellerle birlikte haritalar üzerinde gösterecekleri yalnız büro incelemesine değil, uygulamaya ve araştırmaya dayalı, bilirkişilerin onayını taşıyan krokili bilimsel verileri bulunan yeterli rapor alınmalı ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmelidir. Açıklanan hususlar gözetilmeksizin, eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalı Musa Tunay'ın temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde gerçek kişiye iadesine 28/05/2007 günü oybirliği ile karar verildi.

 

 

Uzman Görüşü ve Bilirkişi Raporu'nun Çelişmesi Haline İlişkin ...  YARGITAY KARARI…

 

http://www.erdem-erdem.av.tr/yayinlar/hukuk-postasi/uzman-gorusu-ve-bilirkisi-raporunun-celismesi-haline-iliskin-yargitayin-gorusu/

 

 

Virüs bulunmuyor. www.avast.com

 

 

ÖZEL GÜVENLİK BÖLGESİ ŞERHİNİN, TAŞINMAZIN TASARRUF EHLİYETİNİ KISITLADIĞI VE TAZMİNAT GEREKTİRDİĞİ ANAYASA MAHKEMESİ KARARI


TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

GENEL KURUL

KARAR

CEMAL TAŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/3316)

Karar Tarihi: 29/12/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 10/2/2021-31391

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

2

GENEL KURUL

KARAR

Başkan : Zühtü ARSLAN

Başkanvekili : Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili : Kadir ÖZKAYA

Üyeler : Burhan ÜSTÜN

Engin YILDIRIM

Hicabi DURSUN

Celal Mümtaz AKINCI

Muammer TOPAL

M. Emin KUZ

Rıdvan GÜLEÇ

Recai AKYEL

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Yıldız SEFERİNOĞLU

Selahaddin MENTEŞ

Basri BAĞCI

Raportör : Olcay ÖZCAN

Başvurucular : 1. Cemal TAŞ

2. Tenzile TAŞ

3. Leyla TAŞ

Başvurucular Vekili : Av. İlyas SOLAK

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazların tapu kaydına askerî güvenlik bölgesi şerhi konulması

nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/2/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden

sonra Komisyona sunulmuştur.

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

3

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından

yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin

birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)

gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

7. İkinci Bölüm tarafından 15/9/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği

itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca

Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular Batman'da ikamet etmektedir.

10. Batman Tapu Müdürlüğünden gönderilen belge ve kayıtlara göre Batman'ın,

İluh köyünde bulunan tarla vasıflı 9.120 m² yüz ölçüme sahip 101 parsel, 16.200 m² yüz

ölçüme sahip 102 parsel, 5.056 m² yüz ölçüme sahip 12587 parsel ve 7.310 m² yüz ölçüme

sahip 12589 parsel sayılı taşınmazlarda başvurucuların murisi H.S.nin hisseli olarak malik

olduğu, H.S.nin 101 ve 102 parsel sayılı taşınmazları 1974 yılında, 12587 ve 12589 parsel

sayılı taşınmazları ise 1984 yılında edindiği anlaşılmıştır. Ayrıca taşınmazlardaki bir kısım

hisse başvurucu Cemal Taş tarafından 1988 yılında satış yoluyla devralınmıştır.

11. Batman Hava Meydan Komutanlığı birlik fens teline bitişik konumda oldukları

ve askerî güvenlik sahası (bölgesi) içinde kaldıkları gerekçesiyle bu taşınmazlar üzerine

12/6/1995 tarihinde askerî güvenlik bölgesi şerhi konulmuştur.

12. Başvurucuların murisi H.S. 18/7/1996 tarihinde vefat etmiş ve geriye mirasçıları

olarak başvurucular kalmıştır.

13. Batman Tapu Müdürlüğünün 1/2/2008 tarihli işlemi ile muris adına kayıtlı

hisseler başvuruculara intikal ettirilmiştir. Başvurucu Cemal Taş'ın satış yoluyla devraldığı

hisse ile miras yoluyla intikal eden hisseleri birleştirilmiştir.

14. Başvurucular, Millî Savunma Bakanlığına (İdare) gönderdikleri Batman 1.

Noterliğinin 15/1/2009 tarihli ihtarnamesi ile anılan taşınmazlara imar izni verilmediği

gerekçesiyle taşınmazların üzerindeki askerî güvenlik bölgesi şerhinin kaldırılması veya

taşınmazın kamulaştırılması talebinde bulunmuştur.

15. Başvurucuların talebini değerlendiren Diyarbakır 2'nci Hava Kuvvet

Komutanlığının (Hava Kuvvet Komutanlığı) 2/3/2009 tarihli cevabında; taşınmazların hâlen

maliklerinin tasarrufu altında tarım amaçlı olarak kullanıldığı, herhangi bir kısıtlamanın söz

konusu olmadığı, bu nedenle taşınmazlar üzerinde bulunan askerî güvenlik bölgesi şerhinin

kaldırılmayacağı ve kamulaştırmaya gerek duyulmadığı ifade edilmiştir.

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

4

16. Başvurucuların Batman Valiliğine aynı yönde yaptıkları 18/5/2009 tarihli

başvuruya Hava Kuvvet Komutanlığı 3/7/2009 tarihinde cevap vermiş ve 2/3/2009 tarihli

cevabını aynen tekrar etmiştir.

17. Başvurucular 3/7/2009 tarihli işlemin iptali istemiyle İdare aleyhine 30/9/2009

tarihinde Batman İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır.

18. Yargılama sırasında yapılan keşif sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda

özetle;

i. Taşınmazların Batman Hava Meydan Komutanlığı tel örgüsüne bitişik,

Batman-Diyarbakır yoluna 500 metre ve bu yol üzerindeki binalara 400 metre,

askerî havaalanı lojmanlarına 300 metre, uçak pistine 750 metre ve uçaksavar

bataryalarına 80 metre mesafede olduğu, başvurucuların taşınmazları hâlen tarımsal

faaliyette kullandıkları ifade edilmiştir.

ii. Taşınmazların konumu dikkate alındığında askerî güvenlik bölgesi şerhinin

kaldırılarak imara açılması ve bina inşası hâlinde havaalanındaki insansız hava

araçlarının ve diğer uçakların iniş ve kalkışlarının, askerî personelin nöbet

noktalarının ve nöbet değişim saatlerinin, askerî personelin servis araçlarının ve

diğer askerî araçların geliş ve gidişleri ile diğer faaliyetlerinin, askerî personelin

eğitim, atış, tatbikat ve diğer faaliyetlerinin kolay bir şekilde takip edilebileceği

vurgulanmıştır. Ayrıca taşınmazların 80 metre uzağında bulunan uçaksavar

mevzilerinin güvenlik ve etkinliğinin tehlikeye düşebileceğine, askerî güvenlik

bölgesinin fotoğraf ve filmlerinin çekilmesi, harita, resim ve krokisinin yapılması

gibi faaliyetlerin kolaylaşabileceğine işaret edilmiştir.

iii. Terörle mücadelenin yoğun olarak yaşandığı Güneydoğu Anadolu

Bölgesi'nde yer alan taşınmazların üzerine askerî güvenlik bölgesi şerhi

konulmamasının askerî faaliyetler açısından güvenlik zafiyeti oluşturacağı

belirtilmiştir.

iv. Sonuç olarak başvurucuların taşınmazları üzerine askerî güvenlik bölgesi

şerhi konulması için 18/12/1981 tarihli ve 2565 sayılı Askerî Yasak Bölgeler ve

Güvenlik Bölgeleri Kanunu ile bu Kanun uyarınca çıkarılan 30/4/1983 tarihli ve

18033 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik

Bölgeleri Yönetmeliği'nde (Yönetmelik) aranan şartların oluştuğu ifade edilmiştir.

19. İdare Mahkemesi 1/4/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi

özetle şöyledir:

i. Taşınmazların Batman Hava Meydan Komutanlığının tel örgüsüne bitişik

surette sınır olduğu ve ayrıca askerî havaalanı lojmanlarına 300 metre mesafede

bulunduğu görülmektedir. Bahse konu taşınmazlar üzerindeki askerî güvenlik

bölgesi şerhinin kaldırılması ve taşınmazların imara açılması durumunda inşa

edilecek binalar ve çevresinden askerî faaliyet ile hareketliliğin kolayca takip altına

alınabileceği sonucuna varılmıştır.

ii. Bu nedenle taşınmazların üzerindeki askerî güvenlik bölgesi şerhinin

kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde kamu

yararı ve askerî hizmetin gereklilikleri yönünden hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

5

20. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede

Batman İdare Mahkemesinin 1/4/2016 tarihli kararının başvurucular tarafından 28/6/2016

tarihinde temyiz edildiği ancak temyiz isteminin sonuçlanmadığı anlaşılmıştır.

21. Başvurucular iptal davası açtıktan sonra taşınmazlarında meydana gelen değer

kaybının tespiti için 18/10/2012 tarihinde Batman Sulh Hukuk Mahkemesine başvurmuş ve

delil tespiti yapılmasını istemiştir. Yapılan tespit sonrası düzenlenen 13/10/2012 tarihli

bilirkişi raporu özetle şöyledir:

i. Şehir yapılaşması askerî güvenlik sınırına kadar gelmiştir. Ancak askerî

güvenlik sınırında belediye imar planı kesildiğinden inşaat yapılaşması söz konusu

değildir. Askerî güvenlik sahasında olduğu hâlde taşınmaza komşu parsele Toplu

Konut İdaresi Başkanlığı tarafından beş katlı askerî lojmanlar yapılmıştır. Dava

konusu taşınmazlardan daha uzak olan bölgelerde de şehir planı yapılmış ve yedi

sekiz katlı binalar inşa edilmiştir. Dava konusu taşınmazlar imara açılmadığı için

üzerinde tarım yapılmaktadır. Taşınmazlarda mısır ekildiğine dair belirtiler tespit

edilmiştir. Dava konusu taşınmazlar şehrin son on yıldır en hızlı geliştiği ve modern

konutların bulunduğu bölgesindedir. Batman Üniversitesi, otobüs terminali, alışveriş

merkezleri, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü gibi birçok kamu kuruluşunun binası

bu bölgede inşa edilmiştir. Dava konusu taşınmazlar ile yapılaşma arasındaki boşluk

askerî güvenlik bölgesi olması nedeniyle yapılaşmaya açılmamıştır.

ii. Askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle başvurucuların taşınmazlarında

değer kaybı olduğu açıktır. Aynı bölgede imara açılmış olan taşınmazlar %30 kat

karşılığında müteahhide verilebilmektedir. Batman-Silvan kara yolu üzerinde

bulunan Tilmerç köyünde kâin 6 No.lu emsal parselin metrekaresi 8/12/2011

tarihinde 851,69 TL bedel ile satılmıştır. Emsal taşınmazın tespit davası tarihine

uyarlandığında metrekare değeri 862,29 TL etmektedir. Söz konusu taşınmaz

başvuruculara ait taşınmazlardan ana yol üzerinde olması nedeniyle konum itibarıyla

daha değerlidir.

iii. Başvuru konusu taşınmazlar, sadece tarım yapıldığından en fazla 40 TL/m²

etmektedir. İmara ve yapılaşmaya açılan en yakın bölgedeki taşınmazların değeri ise

en az 200 TL/m²dir. İmara açılması hâlinde kat adedine göre fiyat daha da

artabilmektedir. Dolayısıyla başvurucuların taşınmazlarındaki değer kaybı en az 160

TL/m²dir. Başvurucuların her dört taşınmazdaki toplam hissesi dikkate alındığında

toplam zarar 160 TL/m² x 7.223,15 m²=1.155.704 TL etmektedir.

22. Bireysel başvuru dosyası içinde sunulan ve C. Yapı Tasarım Ltd. Şti. tarafından

Belediyeye yazılan 26/8/2015 tarihli dilekçede, başvurucuların taşınmazlarının da aralarında

bulunduğu toplam on dört taşınmaz üzerine 9,50 metre yüksekliğinde site yapılması için izin

verilmesi talep edilmiştir. Belediye, müracaatın değerlendirilmesi için talebi Hava Kuvvetleri

Komutanlığı Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanlığına göndermiştir. Bu

yazıya verilen cevabın ilgili kısmı şöyledir:

"...Bu kapsamda yapılması istenen sitenin 14 üncü ...Üs K.lığının gizliliği, güvenliği,

savunulması ve harekatına karşı tendit teşkil edebileceği ve aynı zamanda söz konusu bölgede

bulunan mevzinin atış kavsinde bulunduğu ve 9.50 m. yüksekliğindeki binanın atış kavsini

yükseklik olarak etkileyeceği, mevziden yapılan atışlarda ortaya çıkan ses ve blast etkisinin

yapılması düşünülen siteye zarar verebileceği tespit edilmiştir.

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

6

Sonuç olarak söz konusu parseller üzerine yapılması istenen site için imar planı

çalışması ve sonrasındaki inşaat faaliyetlerinin yapılmasının uygun olmayacağı

değerlendirilmektedir..."

23. Başvurucular, şerh nedeniyle taşınmazların imar sınırı içine alınamadığı ve

şerhin kaldırılması için yapılan başvuruların neticesiz kaldığı gerekçesiyle delil tespiti

dosyasında değer kaybı olarak belirlenen 1.155.704 TL tazminatın yasal faizi ile birlikte

İdareden tazmini istemiyle 25/3/2013 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açmıştır.

24. İdare Mahkemesi 16/7/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi

özetle şöyledir:

i. Taşınmazlar tapu kayıtlarına göre tarla vasıflıdır. Başvurucular 2565 sayılı

Kanun ve bu kanun uyarınca çıkarılan Yönetmelik uyarınca taşınmazlarda zirai

faaliyetlerini, meslek ve sanatlarını serbestçe yapabilecektir. Başvuruculara

taşınmazlarını bölgede oturan Türk vatandaşlarına satma ve kiraya verme

konusunda da herhangi bir kısıtlama getirilmediği açıktır.

ii. Bu durumda askerî güvenlik bölgesi içine alınan taşınmazların değerinin ne

şekilde düştüğü başvurucular tarafından açıkça ortaya konulamamıştır. Tapu

kayıtlarında tarla olarak yer alan ve üzerinde zirai faaliyete serbestçe devam

edilebilen taşınmazların değerindeki düşüklük ancak taşınmazın emsallerine göre

daha düşük değerde alınıp satılması durumunda ortaya çıkabilecektir. Henüz

gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan zararların davalı idarelerce

tazminine olanak bulunmamaktadır.

iii. Öte yandan askerî güvenlik bölgesi içinde kalan taşınmazların

kamulaştırılması zorunlu olmadığından kamulaştırılmaması nedeniyle bir zararın

doğduğundan söz edilmesi mümkün değildir.

25. İdare Mahkemesi kararını temyizen inceleyen Danıştay Onuncu Dairesinin

(Danıştay Dairesi) 14/10/2015 tarihli kararında yer alan Tetkik Hâkimi görüşünde İdare

tarafından dosyaya sunulan belgelere dayalı olarak şu açıklamaların bulunduğu

görülmektedir:

"Olayda, 2565 sayılı Kanun uyarınca söz konusu taşınmazların bulunduğu alanın

Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri güvenlik bölgesi olarak belirlendiği ve bu durumun

tapu idaresince şerh edilerek davacıya bildirildiği, davalı idare savunmasında belirtildiği

üzere anılan parsellerin uçaksavar mevziilerinin atış kavsinde ve etkili menzilinde kaldığı, söz

konusu alanda yer alan şerhlerin kaldırılarak anılan bölgenin yapılaşmaya açılması halinde

mevcut sistemlerin radar görüşünü olumsuz yönde etkileyerek olası bir harp durumunda

düşman hava hedeflerinin uzaktan karşılanmasına ve dengeli hava savunması yapılmasına

mani olabileceği, ayrıca mevcut alanın imara açılması durumunda insanların yaşam alanı

haline gelebileceğinden ve burada yaşayan insanların uçaksavar mevziilerinde her üç ayda

bir yapılması gereken dönem sonu top atışlarında meydana gelecek patlama ve basınçtan

fiziksel ve ruhsal yönden olumsuz etkilenebileceğinin değerlendirildiği, bu kapsamda hava

savunma faaliyetinin olumsuz etkilenmemesi, etkili bir hava savunması yapılabilmesi ve

ortaya çıkabilecek her türlü olumsuzluğun önlenebilmesi açısından mevcut bölgenin imara

açılabilmesi veya bölgede herhangi bir bina, ev, işyeri vb. yapıların yapılmamasının uygun

bulunmadığının ifade edildiği görülmektedir. Anılan bölgenin Milli Savunma Bakanlığınca

stratejik önem arz ettiği ancak aradan geçen yirmi yıllık sürede kamulaştırma işlemi

yapılmadığı, ne zaman yapılacağının da belli olmadığı, güvenlik şerhi açısından da geleceğe

yönelik bu belirsizliğin devam ettiği açıktır."

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

7

26. Karar Danıştay Dairesi tarafından 14/10/2015 tarihinde oyçokluğu ile

onanmıştır. Karşıoy yazısı şöyledir:

"Uyuşmazlık davacıların maliki olduğu taşınmazın 'askeri güvenlik bölgesi' şerhi

konulması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın tazmini isteminden

kaynaklanmaktadır.

Bakılan davada; davacılar taşınmazına 2565 sayılı Kanun uyarınca 'askeri güvenlik

bölgesi' şerhi konulduğu ihtilafsızdır. Bu itibarla; söz konusu taşınmazın ekonomik

değerinde anılan şerh öncesi ve sonrası durum arasında farklılık olup - olmadığının,

konunun uzmanı bilirkişiler marifetiyle yerinde incelendikten sonra ulaşılacak bilimsel

sonuçlara göre, varsa zararın idari sorumluluk/tazminat şartları yönünden

değerlendirilmesi suretiyle karar verilmesi gerekirken; temyize konu idare mahkemesince

davanın reddine karar verilmesinde hukuka uyarlık bulunmamakta olup; anılan mahkeme

kararının belirtilen gerekçeyle bozulması gerekirken aksi yöndeki Daire Kararına

katılmıyorum."

27. Nihai karar başvuruculara 21/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

28. Başvurucular 17/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

29. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Mülkiyet hakkının

içeriği" kenar başlıklı 683. maddesi şöyledir:

"Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği

gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası

açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir."

30. 2565 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı;

a) Yurt savunması bakımından hayati önemi haiz askeri tesisler ve bölgeler ile

sınırların, güvenlik ve gizliliğini sağlamak için bunların çevrelerinde, kıyılarında ve

havalarında; kara, deniz ve hava askeri yasak bölgelerinin,

b) Yurt savunması veya yurt ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulunan veya kısmen

dahi tahripleri veya devamlı olarak ya da geçici bir zaman için faaliyetten alıkonulmaları

halinde milli güvenlik veya toplum hayatı bakımından olumsuz sonuçlar doğurabilecek;

diğer askeri tesis ve bölgeler ile kamu veya özel kuruluşlara ait her türlü yer ve tesislerin

etrafında güvenlik bölgelerinin,

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

8

Kurulması, kaldırılması ve gerektiğinde genişletilmesine ilişkin esas ve yöntemlerin

düzenlenmesidir."

31. 2565 sayılı Kanun’un "Özel ve askeri güvenlik bölgeleri" kenar başlıklı 20.

maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir:

"b) Birinci derece kara ve deniz askeri yasak bölgesi olarak ilan edilmeyen Silahlı

Kuvvetlere ait kışla, kıta, karargah, kurum, ordugah ve tesisler ile sualtı ve suüstü

tesislerinin, her türlü patlayıcı, yanıcı, akaryakıt ve gizlilik dereceli maddelerin konmasına

tahsis edilmiş sabit ve seyyar depo ve cephaneliklerle, bu gibi maddeleri dolduran, boşaltan

tesisler ve atış poligonlarının çevresinde; bu yerlerin dış sınırlarından itibaren en fazla

dörtyüz metreye kadar geçen noktaların birleştirilmesi ile tespit edilecek askeri güvenlik

bölgeleri Genelkurmay Başkanlığınca tesis edilebilir. Bu bölgelerin çevresinin

işaretlenmesine ilişkin esaslar yönetmelikte gösterilir."

32. 2565 sayılı Kanun’un "Güvenlik bölgelerinde uygulanacak esaslar" kenar

başlıklı 21. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Güvenlik bölgelerinde aşağıdaki esaslar uygulanır:

a) Bölge içindeki gerçek ve tüzelkişilere ait mallar kamulaştırılabilir.

...

d) Bu bölgelerin güvenliğinin sağlanması, bölgeye giriş ve kamulaştırılmayan taşınmaz

mallardan yararlanma esasları yönetmelikte gösterilir. 22/7/1981 tarih ve 2495 sayılı Bazı

Kurum ve Kuruluşların Korunması ve Güvenliklerinin Sağlanması Hakkında Kanun

hükümleri saklıdır.

e) (Ek: 26/2/2008-5740/1 md.) Askeri güvenlik bölgesi olarak tespit edilen, Türk Silâhlı

Kuvvetlerine ait kışla, kıta, karargah, kurum, ordugah gibi tesislerin, fotoğraf ve filminin

çekilmesi, harita, resim ve krokisinin yapılması, not alınması veya harita uygulaması gibi

faaliyetlerde bulunulması, bölgenin savunma ve güvenlik tedbirlerini aksatacak, bozacak ve

açıklayacak cihazlar kullanılması, bu amaçla görevlendirilmiş olanlar ile ilgili birlik

komutanlığı tarafından izin verilmiş olanlar dışındakilere yasaktır.

f) (Ek: 15/8/2017-KHK-694/46 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/43 md.) Güvenlik

bölgelerinin dış sınırlarından itibaren ikiyüz metreye kadar olan bölgelerde hangi tür zirai

ürünün yetiştirileceğine mahalli mülki amirler tarafından karar verilebilir."

33. Yönetmelik'in "Tanımlar" kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

7) Güvenlik Bölgeleri

...

B - Askeri Güvenlik Bölgeleri

a) Daimi Askeri Güvenlik Bölgeleri:

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

9

Birinci derece kara ve deniz yasak bölgesi olarak ilan edilmeyen silahlı kuvvetlere ait

kışla, kıta, karargah, kurum ve ordugah ve tesisler ile sualtı ve suüstü tesislerinin her türlü

patlayıcı, yanıcı, akaryakıt ve gizlilik dereceli maddelerin konmasına tahsis edilmiş sabit ve

seyyar depo ve cephaneliklerle, bu gibi maddeleri dolduran, boşaltan tesisler ve atış

poligonlarının çevresinde; bu yerlerin dış sınırlarından itibaren en fazla dörtyüz metreye

kadar geçen noktaların birleştirilmesi ile tesbit edilen alanlar ile (ŞEKİL - 9)

..."

34. Yönetmelik'in "Askeri ve özel güvenlik bölgelerinde uygulanacak esaslar" kenar

başlıklı 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"1) Bölge içindeki gerçek ve tüzel kişilere ait mallar kamulaştırılabilir."

35. Yönetmelik'in "Askeri ve özel güvenlik bölgelerinin arazide işaretlenmesi"

kenar başlıklı 23. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

2) Kamulaştırma yapılmayan güvenlik bölgelerinin çevresi:

A- Arazide işaretlenmez,

B- Bu bölgelerdeki kamulaştırma yapılmayan taşınmaz malların tapu kaydına,

taşınmazın güvenlik bölgesi içinde olduğu işletilir ve taşınmaz mal sahiplerine gerekli

tebligat yapılır. Varsa imar planlarında güvenlik bölgeleri belirtilir.

..."

36. Yönetmelik'in "Askeri ve özel güvenlik bölgelerinde kamulaştırılmayan

mallardan yararlanma esasları" kenar başlıklı 24. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1) Bu bölgeler içinde kalan ve kamulaştırılmayan malların maliklerinin ve diğer Türk

Vatandaşlarının bölgede oturmaları zirai faaliyetleri, meslek ve sanatlarını icra etmeleri

serbesttir. Ancak bölgede oturanlar dışındaki Türk Vatandaşlarının bölgede oturmaları,

zirai faaliyetlerini meslek ve sanatlarını icra etmeleri;

A - Askeri Güvenlik Bölgelerinde; yetkili komutanlığın isteği üzerine Genelkurmay

Başkanlığının uygun görmesi halinde, Milli Savunma Bakanlığının,

...

Teklifi ile alınacak Bakanlar Kurulu Kararı ile sınırlandırılabilir.

...

(Değişik ikinci paragraf: 30/9/2014-2014/6845 K.) Askeri güvenlik bölgelerindeki

kamulaştırılmayan mallar yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişilere satılamaz, devredilemez

ve kiralanamaz. Özel güvenlik bölgelerinde bulunan taşınmazlar yabancı ülkelerde kendi

kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri dışındaki yabancı tüzel

kişilere satılamaz, devredilemez ve kiralanamaz. Bu taşınmazların yabancı uyruklu gerçek

kişilere satılması, devredilmesi ve kiralanması taşınmazın bulunduğu yerdeki valiliğin iznine

tabidir. Valilik iznine tabi hususlar, 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesinin

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

10

uygulanmasına ilişkin yönetmelik gereğince oluşturulan komisyon tarafından taşınmaz

edinimi ya da kiralamanın ülke güvenliğine uygunluğu değerlendirilerek karara bağlanır.

2) Bu mallar üzerinde inşaat, hafriyat, tadilat, orman yetiştirme veya kesmek gibi

hususlar 9 uncu maddenin 8, 9 ve 10 uncu bendleri hükümlerine tabidir. Özel güvenlik

bölgelerinde 9 uncu maddenin 8 inci bendinde sözü edilen yetkili komutanlık, bu bölgeler

içinde yetkili makamdır.

3) Bu bölgeler içinde kalan ve kamulaştırılmasına gerek duyulmayan mallar, yetkili

komutanlık veya yetkili makam tarafından tespit edilir.''

37. Yönetmelik'in "İkinci derece kara askeri yasak bölgelerinde uygulanacak

esaslar" kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

8) Bölgenin savunma gücü ve gizliliğini ihlal etmemek şartiyle taşınmaz mallar

üzerinde inşaat, hafriyat, tadilat, orman yetiştirmek veya kesmek, bataklık kurmak veya

kurutmak gibi hususlar kendi özel kanunlarına göre ilgili mercilerce izin ve ruhsat

verilmeden önce, bölgenin savunma gücü ve gizliliği yönünden yetkili komutanlığın da

izninin alınması zorunludur. Dilek sahibi dilekçesinde yapacağı işin mahiyetini detaylı

olarak ifade ederek konuya ait belge ve planlardan tasdikli birer suretini vermek

zorundadır. Yetkili komutanlık bu istemi kabule değer görmediği takdirde red sebebini

gerekçesiyle birlikte yazılı olarak ilgili merci kanalı ile dilekçe sahibine bildirir. İtiraz

vukuunda konu bir kerede Genelkurmay Başkanlığınca tetkik edilerek sonuçlandırılır.

9) İzin ve ruhsata tabi olmayan mahal veya işler ile bu şekilde başlatılmış olan işlerde

yapılacak tadilat istekleri hakkında da yukarıdaki fıkra esasları uygulanır. Ancak müracaat

doğrudan doğruya yetkili komutanlığa yapılır.

10) Yetkili komutanlıkça izin verilmeyen veya komutanlıkça kabul edilen şartlara

uymayan her türlü inşaat ve eylemler durdurulur.

Böyle yapılar, yetkili komutanlığın tayin ve tebliğ edeceği süre içinde sahipleri

tarafından yıktırılır.

Süresi içinde yıkılmaması halinde yetkili komutanlığın istemi üzerine mahalli mülki

idare amirliğince başkaca bir işlem ve karara gerek kalmadan yıktırılır ve masrafı

sahiplerinden alınır.

...''

2. Yargı Kararı

38. Danıştay Altıncı Dairesinin 9/1/2017 tarihli ve E.2014/7479, K.2017/8 sayılı

kararının ilgili kısmı şöyledir:

''...

Dava, mülkiyeti davacıya ait Çanakkale İli, ... İlçesi, ... Mahallesi, .. Mevkii, ... ada, ...

parsel sayılı taşınmaza günübirlik turistik tesis kurulabilmesi için inşaat izni verilmesi

isteminin Genelkurmay Başkanlığının ... tarihli kararı ile Askeri Güvenlik Bölgesi olarak

ilan edilen alanda kalması ve tapuya bu yönde şerh verilmesi nedeniyle reddi üzerine;

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

11

kendisine inşaat izni verilmemesi ve taşınmazını günübirlik tesis alanı olarak

kullanamaması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 50.000,00.-TL zararın tazmini istemiyle

açılmış; İdare Mahkemesince, Danıştay Altıncı Dairesinin 22.1.2011 tarihli, E:2009/9102,

K:2011/4660 sayılı bozma kararına uyularak, davacının 04/06/2008 tarihli başvurusunun

cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın

Mahkemenin 20.01.2012 tarihli, E:2011/118, K:2012/48 sayılı kararı ile reddine karar

verildiği, hukuka aykırı bulunmayan işlem nedeniyle davacının maddi zarara uğradığını

kabule olanak bulunmadığı, diğer yandan, davacı tarafından, dava dilekçesinde, taşınmazını

günübirlik turistik tesis yaparak işletemediğinden bahisle zarara uğradığı iddia edilmekte

ise de, söz konusu taşınmaza günübirlik turistik tesis yapılarak işletilememesinin

gerçekleşmiş bir zarar olduğunu da kabule imkan bulunmadığı, uğranıldığı ileri sürülen

zararın elde edilmesi kesin olan gelirden yoksunluk mahiyetinde bulunmadığı gerekçesiyle

reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

...

2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun 7.maddesinin 2.

fıkrasında, kara sınır hattı boyunca ve kıyılarda tesis edilen birinci derece kara askeri yasak

bölgelerinde kamulaştırma yapılmasının zorunlu olmadığı, 3.fıkrasında, 2'nci fıkra

hükümlerine göre kamulaştırılmayan taşınmaz mallardan yerli halkın yararlanmasına

ilişkin esaslar ile birinci derece kara askeri yasak bölgelerinin, bölge içindeki geçiş

yollarının güvenliğinin sağlanması ve bölgeye girme yasağı ile ilgili diğer esasların

yönetmelikle tespit edileceği, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliğinin

24.maddesinde, bu bölgeler içinde kalan ve kamulaştırılmayan malların maliklerinin ve

diğer Türk vatandaşlarının bölgede oturmaları, zirai faaliyetleri, meslek ve sanatlarını icra

etmelerinin serbest olduğu hükümlerine yer verilmiştir.

Uyuşmazlıkta, dava konusu taşınmazın, tapuya verilen askeri güvenlik bölgesi şerhi

nedeniyle kısıtlı olduğu, davacının taşınmazın günübirlik turistik tesis inşaatı yaparak

işletememesinden kaynaklı zararının henüz gerçekleşmemiş, muhtemel bir zarar olduğundan

tazmin edilmemesinde hukuka aykırılık bulunmamakta ise de, davacının, mülkiyet hakkını

2565 sayılı Kanun ve Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliğinin

24.maddesi uyarınca, taşınmazının özel askeri güvenlik bölgesi olarak belirlenmesi

nedeniyle kullanamadığı da kuşkusuzdur. Taşınmazın bir kamu hizmeti nedeniyle

kullanılmasından doğan olumsuz durumun taşınmazı dolaylı ya da doğrudan kullanan

idarece giderilmesi gerekmektedir. Davacının dilekçesinde taşınmazını kullanamaması

nedeniyle de maddi zararının olduğu ifade edilmiş olup, davalı idareye en son başvuru

yapılan 4.06.2008 tarihinden bakılan davanın açıldığı tarihe kadar olan dönemde

(24.02.2009) davacının taşınmazını kullanamaması sebebiyle (mevcut haliyle kiraya vermesi

halinde getireceği gelir mahrumiyeti vb.) uğradığı zararın taşınmazın mevcut niteliği

gözetilerek keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle tespit edilerek yeniden bir karar

verilmesi gerekmektedir.

...''

B. Uluslararası Hukuk

39. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün

"Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme

hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve

uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

12

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak

kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının

ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları

hakka halel getirmez."

40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün

1. maddesinin -özünde- mülkiyet hakkını güvence altına aldığını kabul etmektedir. AİHM'e

göre bu madde üç belirgin kural içermektedir. Bu kurallardan ilki, maddenin birinci

paragrafının birinci cümlesinde yer alan mülkiyetin barışçıl yararlanmaya (mülkiyetin

dokunulmazlığına saygı) ilişkin genel nitelikli kuraldır. İkinci kuralın bulunduğu birinci

paragrafın ikinci cümlesi ise mülkiyetten yoksun bırakmayı içerir ve bunu bazı koşullara

bağlar. İkinci paragrafta yer alan üçüncü kural ise taraf devletlere mülkiyetin kamu yararına

kullanılmasını kontrolünü veya vergilerin ya da diğer katkıların veya cezaların yerine

getirilmesini sağlama yetkisi tanımaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No:

7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 61). Ancak bu üç kural birbiriyle bağlantılı olup ikinci ve

üçüncü kuralların genel nitelikli birinci kuralın ışığında incelenmesi gerektiği AİHM

tarafından ifade edilmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79

21/2/1986, § 37; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/80 ... 8/7/1986, §

106).

41. AİHM, taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılmasının ve bu çerçevede

kamu makamlarının süre sınırlaması olmaksızın herhangi bir zamanda taşınmazı

kamulaştırmaya yetkili olmalarının mülkiyet hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz

hâle getireceğini vurgulamıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, § 60; Hakan Arı/Türkiye, B. No:

13331/07, 11/1/2011, § 35).

42. Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu olayda başvurucuların

taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması öngörülerek on iki ve yirmi beş yıl

süren inşaat yasakları uygulanmıştır. AİHM; bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından

mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın

olmadığı, dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda görünenin arkasına

bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini

belirtmiştir. AİHM bu bağlamda getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki

sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye

yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmalarının veya

taşınmazları kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi

kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol

amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin

birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin

uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara

şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin

ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-74).

43. AİHM, imar planının hukuka aykırılığından değil de bu planın herhangi bir

tazmin olmaksızın taşınmaz üzerinde meydana getirdiği kısıtlamaların sonuçlarından

şikâyetçi olunması durumunda imar planının iptali istemiyle açılacak davanın tüketilmesi

gerekli bir hukuk yolu olmadığını belirtmiştir (Rossitto/İtalya, B. No: 7977/03, 26/5/2009, §

19; Ayangil ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33294/03, 6/12/2011, § 30). AİHM kararlarında, bu

tür şikâyetler bakımından söz konusu kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararın tazmini olanağını

sağlayan mevcut ve yeterli hukuk yollarının kullanılması gerektiği kabul edilmektedir

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

13

(Gülizar Öz/Türkiye (k.k.), B. No: 40687/98, 1/7/2004; Pınar Güngör/Türkiye (k.k.), B. No:

46745/99, 6/3/2007; Rabia Tan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8095/02, 31/1/2008, §§ 37-41;

Remzi Tekin Bozkurt/Türkiye (k.k.), B. No: 38045/05, 2/3/2010).

44. Köktepe/Türkiye (B. No: 35785/03, 22/7/2008) kararında, taşınmazın tapu

kaydına konulan şerhin mülkiyet hakkına etkisi ayrıntılı olarak tartışılmıştır. AİHM; derece

mahkemelerinin anayasal gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit

getirdiğini, bu mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı

meşru bir amacının bulunduğunu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî hiçbir işlem

bulunmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun taşınmazı 1993 yılında

iyi niyetle edindiğini vurgulayarak mülkiyet hakkına yapılan bu müdahaleye karşın iç

hukukta etkin bir tazminat yolunun mevcut olmadığını belirtmiştir. AİHM, başvurucunun

mülkiyet hakkından yararlanması engellendiği hâlde bir tazminat ödenmemiş olması

nedeniyle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri

arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun şahsi

olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış olduğu kanaatiyle başvurucunun mülkiyet

hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Köktepe/Türkiye, §§ 67-93).

45. Kutlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 51861/11, 13/12/2016) kararına konu olayda

ise başvurucuların taşınmazlarından 81 ada 44 parsel sayılı taşınmaz baraj inşaatı kapsamında

su rezervuarının etrafında kısa mesafeli koruma alanında, 84 ada 72 ve 76 parsel sayılı

taşınmazlar ise mutlak koruma alanında yer almaktadır. Mutlak koruma alanında her türlü

inşaat ve tarımsal faaliyet yasaklanmış iken kısa mesafeli koruma alanında -her türlü inşaat

yasak olmakla birlikte- suni gübre veya kimyasal ürünler kullanmamak şartıyla ve yetkili

bakanlığın izniyle tarımsal faaliyet yapılabilmektedir. Başvurucuların açtığı tazminat

davasında asliye hukuk mahkemesince söz konusu taşınmazlara ulaşımın ve tarım yapmanın

eskisinden daha güç olduğu belirtilmiş ve taşınmazın değer kaybettiği kabul edilerek tazminat

ödenmesine karar verilmiştir. AİHM mutlak koruma alanındaki taşınmazlar yönünden

kamulaştırma zorunluluğuna işaret ederek mülklerin tam değerine uygun bir tazminat

ödenmediği için müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (Kutlu ve diğerleri/Türkiye,

§§ 53-61). AİHM bunun yanında kısa mesafeli koruma alanındaki taşınmaz yönünden zirai

bir kullanıma izin verildiği için bir kamulaştırma zorunluluğundan söz edilemez ise de bir

mal veya mülk teşkil edebilecek taşınmazın kamulaştırılması hakkı bulunmaması nedeniyle

yönetmelikle ilgili kısıtlamalardan kaynaklanan zarara uygun düşen bir tazminat ödenmesi

gerektiğini vurgulamıştır (Kutlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 68-70). AİHM başvuruya konu

olayda ise bilirkişi raporunda taşınmazın değer düşüklüğünün %40 olarak belirlenmiş

olmasına rağmen mahkemece yeterli bir gerekçe gösterilmeden %25 olarak belirlenerek daha

az tazminata hükmedilmesi adil dengeyi bozduğu için bu durumun mülkiyet hakkının ihlaline

yol açtığını kabul etmiştir (Kutlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 71-76).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

46. Mahkemenin 29/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip

gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

47. Başvurucular, maliki oldukları taşınmazların üzerine 12/6/1995 tarihinde

konulan askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle tasarruf yetkilerinin kısıtlanarak

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

14

taşınmazların yalnızca tarımsal amaçlı kullanılabildiğini ileri sürmüştür. Şerh nedeniyle

taşınmazların imara açılamadığını ve yirmi bir yıldır devam eden kısıtlamanın ne kadar

devam edeceğinin belirsiz olduğunu belirten başvurucular, taşınmazlarında meydana gelen

zararların giderilmediğini, bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

48. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki

nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir

Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların taşınmazları üzerine konulan ve

devam eden şerh nedeniyle meydana gelen değer kaybının karşılanmamasına ilişkin

şikâyetlerinin mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurunun bu kapsamında

incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini

gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine

ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

51. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik

değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır

(AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvuruya konu taşınmazların

başvurucular adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre Anayasa'nın 35. maddesi

anlamında mülkün varlığında tereddüt bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

52. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan

mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu

sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, üzerinde tasarruf

etme ve ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:

2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden

yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması

mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546,

2/2/2017, § 53).

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

15

53. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri

birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva

ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin

mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer

verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi

belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda

sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel

çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum

yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını

kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde

de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet

hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

54. Başvurucular, askerî güvenlik bölgesi ilan edilmesi nedeniyle taşınmazlarından

diledikleri gibi yararlanma, onları kullanma ve üzerinde tasarrufta bulunmaları bakımından

bir kısıtlamaya tabi tutulmuştur. Buna göre başvurucuların taşınmazlarını belirli koşullar

dâhilinde sadece zirai amaçlarla kullanabilmeleri ile belirli kişilere satış, devir ve

kiralamalarının engellenmesi mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşımaktadır. Bunun

yanında askerî güvenlik bölgeleri yönünden kamulaştırılmayan taşınmazlarda izin dâhilinde

yapılaşma imkânı söz konusu ise de somut olayın koşulları altında bu taşınmazlar için

konumları sebebiyle yapılaşma imkânı da tanınmadığı görülmektedir. Başvurucuların söz

konusu taşınmazları edindikten sonra bunların askerî güvenlik bölgesi ilan edilmesi,

taşınmazların değerinde bir kayba da yol açmaktadır.

55. Somut başvuruda, başvurucuların taşınmazlarının sadece belirli amaçlarla

kullanılmasına ilişkin kısıtlama ile belirli kişilere devir ve kira yasağı getirilmesinin yanında

askerî güvenlik bölgesi ilan edilmesiyle taşınmazların özel konumu gözetilerek fiilî bir

yapılaşma yasağının da uygulandığı görülmektedir. Öte yandan başvurucuların bu

taşınmazları askerî güvenlik bölgesi ilan edilmeden önce satın aldıkları da dikkate alındığında

söz konusu yapılaşma yasağı ile birlikte mülkiyet hakkının sağladığı hak ve yetkilerin

kullanımının belirsiz bir süreyle ve önemli ölçüde kısıtlandığı söylenebilir. Bu durumda

müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel nitelikli birinci kural

çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

56. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kener başlıklı 13.

maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili

maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu

sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik

Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

57. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak

düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği

öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin

sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de

gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

16

müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı

amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve

Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

58. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna

dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından

inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin

kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun

hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No:

2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49;

Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

59. Somut olayda başvurucuların maliki olduğu taşınmazların üzerine 1995 yılında

2565 sayılı Kanun'un 20. ve 21. maddeleri kapsamında konulan askerî güvenlik bölgesi

şerhinin devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu kanun hükümlerinin belirli, öngörülebilir ve

ulaşılabilir olduğunda bir tereddüt bulunmadığından müdahalenin kanuni bir dayanağı

mevcuttur.

ii. Meşru Amaç

60. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı

amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının

gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân verdiğinden bir sınırlandırma amacı

olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanmasını engelleyerek

ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde

korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde

getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay

temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§

53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

61. Hava savunma faaliyetinin olumsuz etkilenmemesi, etkili bir hava savunması

yapılabilmesi, silahlı kuvvetlere ait bir tesisin korunması amacıyla taşınmazların askerî

güvenlik bölgesi ilan edildiği ve söz konusu kısıtlamaların uygulandığı görülmektedir. Bu

durumda başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahalenin millî güvenliğin sağlanması

yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğu kuşkusuzdur.

iii. Ölçülülük

(1) Genel İlkeler

62. Son olarak kamu makamlarınca başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan

müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacın gerçekleştirilmesi için kullanılan

araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

63. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında

dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır.

Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu

yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

17

Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla

sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk

devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

64. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden

oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye

elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu

olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,

orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul

bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56,

11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet

Akdoğan ve diğerleri, § 38).

65. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde

edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması

gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit

edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken

Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan

müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde

tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966,

15/2/2017, §§ 58, 60).

66. Mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi

için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekir. Bireylerin

mülkiyet haklarıyla ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması

kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol

açmaması veya böyle bir zararın oluşması durumunda kamu makamlarınca uygun yöntem ve

vasıtalarla makul sürede gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına

müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi

ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir

deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda

tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma

yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam

etmesi, mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde

ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve

Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 73).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

67. Başvurucular 12/6/1995 tarihinde taşınmazlarına konulan askerî güvenlik

bölgesi şerhi nedeniyle taşınmazlarını diledikleri gibi kullanma, taşınmazlarından yararlanma

ve üzerinde tasarrufta bulunma haklarının kısıtlandığından ve taşınmazların imara

açılamaması nedeniyle ortaya çıkan zararın karşılanmamasından yakınmaktadır.

68. Kamu makamlarının ulusal ve bölgesel güvenliğin sağlanması için askerî

tesisler kurduğu ve bu tesislerin emniyetinin sağlanması maksadıyla anılan şerhin konulduğu

hususunda bir duraksama bulunmamaktadır. Dolayısıyla askerî tesislerin kurulması ve

güvenliğinin sağlanması çerçevesinde söz konusu şerhlerin uygulanması bakımından kamu

makamlarının belirli bir takdir yetkisinin mevcut olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bu

kapsamda, askerî güvenlik bölgesi şerhi dolayısıyla uygulanan kısıtlamaların öngörülen kamu

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

18

yararı amacını gerçekleştirmek için elverişli ve bu şerhin konulmasının da gerekli olduğu

anlaşılmaktadır. Buna göre somut olayın elverişlilik ve gereklilik kriterlerinin tartışılmasını

gerektiren bir yönü bulunmamaktadır.

69. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl

önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen şerhin, malikleri olağan dışı ve aşırı bir yük altına

sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu

itibarla, uygulanan şerhle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin

tespiti gerekmektedir.

70. Uyuşmazlıkta derece mahkemeleri -başvurucular taşınmazları tarım yapmak

suretiyle kullandıklarından- henüz gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan

zararların idarelerce tazminine olanak bulunmadığından yola çıkarak davayı reddetmiştir.

Başvurucular ise anılan şerh sonrasında taşınmazların ekonomik değerinde azalma meydana

geldiğini öne sürmüştür.

71. Başvurucuların murisi 1995 yılında taşınmazlarına konulan askerî güvenlik

bölgesi şerhinden önce taşınmazları edinmiştir. Dolayısıyla başvurucuların edinme tarihinde

bu sınırlamayı öngörebilmeleri mümkün değildir. Başvurucuların taşınmazlarının bulunduğu

bölgede yer alan ve askerî tesise sınır olmayan diğer taşınmazların imara açıldığı, bu

taşınmazlara yapılaşma izni verildiği hâlde askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle

başvurucuların taşınmazlarının imara açılamadığı ve özellikle de konumları nedeniyle İdarece

taşınmazlara ilişkin fiilî bir yapılaşma yasağının da uygulandığı görülmektedir. Bu durumda

yaklaşık yirmi beş yıldır devam eden şerh nedeniyle taşınmazların fiilî yapılaşma yasağı da

dâhil olmak üzere bazı kısıtlamalara maruz kaldığı, bu kısıtlamaların daha ne kadar

süreceğinin belirsiz ve öngörülemez bir zamana bırakıldığı anlaşılmıştır.

72. Yönetmelik'in 24. ve 9. maddeleri uyarınca bölgenin savunma gücü ve

gizliliğini ihlal etmemek şartıyla taşınmaz malların üzerinde inşaat, hafriyat, tadilat, orman

yetiştirmek veya ağaç kesmek, bataklık kurmak veya kurutmak gibi hususların izne tabi

olduğu, izin verilmeyen veya komutanlıkça kabul edilen şartlara uymayan her türlü inşaat ve

eylemlerin durdurulacağı ve yapıların yıkılacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla öngörülen

mevzuatın yol açtığı kısıtlamaların bir sonucu olarak taşınmazların tamamen kullanılamaz

durumda olduğu söylenemez ise de başvurucuların taşınmazlarını diledikleri gibi kullanma,

taşınmazlarından yararlanma ve üzerinde tasarrufta bulunma hak ve yetkilerinin kısıtlandığı

açıktır. Başvurucuların şerhin kaldırılmasına veya taşınmazların kamulaştırılmasına yönelik

talepleri de kamu makamlarınca reddedilmiştir. Kamu makamlarının şerhin kaldırılması veya

taşınmazların kamulaştırılması hususunda 2565 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümleri

uyarınca takdir yetkisi bulunmaktadır. Fakat kamu makamları bu takdir yetkisi kapsamında

başvurucuların şikâyetlerini ortadan kaldıracak şekilde bir işlem tesis etmemiştir. Hâlbuki

kamu makamları, kamulaştırılmasına gerek görmedikleri bu durumdaki taşınmazlar için

makul kabul edilebilecek ölçüde bir tazminat ödemek suretiyle mülkiyet hakkına yapılan

müdahalenin adil dengeyi bozmasının önüne geçebilecektir.

73. Dolayısıyla kullanma ve yararlanma hakkına yönelik olarak bir kısım yasal

kısıtlamalara maruz kalan ancak tamamen de kullanılamaz nitelikte bulunmayan

taşınmazların kamulaştırılması veya bedelinin tamamına hükmedilmesi gerektiğinden söz

edilemez ise de çevresinde bulunan taşınmazlar imara açıldığı hâlde askerî güvenlik bölgesi

şerhi nedeniyle imara açılamayan ve fiilî yapılaşma yasağı da uygulanan taşınmazlar

nedeniyle başvurucuların bir zararlarının olduğu açıktır.

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

19

74. Derece mahkemelerinin henüz gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan

zararların tazminine olanak bulunmadığına yönelik yorumu başvuruculara şahsi olarak aşırı

ve olağan dışı bir külfet yüklemiştir. Bu durumda başvurucuların mülkiyet hakkının

korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine

bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

75. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan

mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Kadir ÖZKAYA, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ ve

Basri BAĞCI bu görüşe katılmamışlardır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

76. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama

Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da

edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan

kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını

ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.

Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine

tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.

Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında

açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar

verir.”

77. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini istemiş, maddi ve manevi tazminat

ödenmesi talebinde bulunmuştur.

78. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018)

kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel

ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal

kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı

anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret

etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

79. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği

takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural

mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin

sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin

durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan

kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu

bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55,

57).

80. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gidermediği

durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası

ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve

sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

20

ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki

benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden

yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu

öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak

yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi

kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul

hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın

kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa

Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin

sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59;

Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

81. İncelenen başvuruda başvurucuların taşınmazlarının bulunduğu alanın askerî

güvenlik bölgesi ilan edilmesi üzerine taşınmazlar üzerinde oluşan kısıtlamaların boyutu ve

süresi dikkate alındığında somut olayda mülkiyetin akıbeti konusunda belirsizliğe yol

açılması, buna karşılık uğranılan zararın giderilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal

edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı

anlaşılmaktadır. Bununla birlikte derece mahkemeleri de ihlali giderememiştir.

82. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için

yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama

ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2)

numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu

kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini

ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir

karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak

üzere Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

83. İhlal tespiti ve yeniden yargılanma kararı verilmesinin yeterli bir giderim

sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi

gerekir.

84. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet

ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL tutarındaki yargılama giderinin başvuruculara

müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR

OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL

EDİLDİĞİNE, Kadir ÖZKAYA, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin

MENTEŞ ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan

kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare Mahkemesine (E.2013/658,

K. 2014/1913) GÖNDERİLMESİNE,

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

21

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL

yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye

Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması

hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ

UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/12/2020

tarihinde karar verildi.

Başkan Başkanvekili Başkanvekili

Zühtü ARSLAN Hasan Tahsin GÖKCAN Kadir ÖZKAYA

Üye Üye Üye

Burhan ÜSTÜN Engin YILDIRIM Hicabi DURSUN

Üye Üye Üye

Celal Mümtaz AKINCI Muammer TOPAL M. Emin KUZ

Üye Üye Üye

Rıdvan GÜLEÇ Recai AKYEL Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Üye Üye Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU Selahaddin MENTEŞ Basri BAĞCI

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

22

KARŞI OY

Başvurucuların iddiası; Batman Havaalanı sınırına komşu olan taşınmazlarının

tapu sicil kayıtları üzerine konulan “Askeri güvenlik bölgesi” şerhi nedeniyle imar

uygulaması kapsamına alınmadığı, bu nedenle arsa vasfını kazanamayan gayri menkullerinin

tarım arazisi olarak kaldığı, değerlerinin de imar gören emsallerine nazaran çok daha düşük

olması nedeniyle zarara uğradıkları ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği yönündedir.

Tapu kayıtları üzerine 1995 yılında askeri güvenlik bölgesi şerhi konulması

sırasında söz konusu taşınmazlar tarım arazisi vasfında olup, konulan şerhin taşınmazların bu

amaç doğrultusunda kullanılmasına gerek şerhin konulduğu tarihte ve gerekse günümüzde

olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır.

Tapuya şerh konulma işleminden yaklaşık 14 yıl sonra, Batman şehir yerleşiminin

taşınmazların bulunduğu istikamete doğru yönelmesi ve komşu taşınmazların imar

uygulamasına tabi tutulmaları ve arsa vasfını kazanmalarına bağlı olarak değerlerinde artış

meydana gelmiştir.

Başvurucular şerh nedeniyle kendi taşınmazlarının imar uygulamasına tabi

tutulmaması nedeniyle değerlerinde artış olmamasını bir zarar olarak nitelendirmektedirler.

Bu haliyle başvurucular taşınmazlarının değerinin eksilmesini değil komşu taşınmazlarda

meydana gelen değer artışının kendi mülklerinde gerçekleşmemesini müracaat konusu

yapmaktadırlar.

Halbuki taşınmazlar imarlı iken askeri güvenlik bölgesi yapılmak suretiyle

üzerlerinde var olan bir yapılaşma izninin kaldırılması ve buna bağlı olarak değer kaybına

uğramış değillerdir.

İdari yargılama mercileri somut olaydaki zarar kavramını değerlendirmek

suretiyle bunun gerçekleşmiş değil muhtemel bir zarar olduğundan bahisle hak sahiplerinin

tazminat taleplerini reddetmiştir.

Bu tespitler çerçevesinde zararın varlığı, oluşma nedeni ve oluşma zamanı

tartışmalıdır. İddia edilen zarar taşınmazların tapu kayıtlarına şerh konulması anında

gerçekleşmiş değildir. Zira malikler ilk defa 2009 yılında tapudaki şerhin kaldırılması

istemiyle resmi makamlara müracaat etmişlerdir.

İddia olunan zarar, imar uygulamalarının komşu taşınmazlara kadar gelmesi ve

tartışma konusu taşınmazlara uygulanmaması neticesinde, değer azalması şeklinde değil,

değer artışının gerçekleşmemesine bağlı menfi ve muhtemel bir değer azlığı şeklinde ortaya

çıkmıştır.

Bu haliyle zararın, tek başına güvenlik bölgesi ilanına bağlı olarak doğrudan

değil, sair hususlarda yaşanan dolaylı gelişmelerin ilk sebeple birleşmesinin etkisiyle ortaya

çıktığından söz edilebilir.

Başka bir açıdan bakıldığında zarara sebebiyet veren unsurun ortadan kaldırılması

halinde iddia olunan zararında ortadan kalkması makul bir beklenti olması gerekirken, somut

olayımızda güvenlik bölgesi şerhi kaldırılsa bile bu taşınmazların imar uygulaması

kapsamına alınma garantisi bulunmamaktadır.

Başvuru Numarası : 2016/3316

Karar Tarihi : 29/12/2020

23

Askeri güvenlik bölgesi şerhi hiç konulmamış olsa bile havaalanının sınır hattında

bulunan taşınmazların imar uygulaması kapsamına alınması kesin değildir. İmar uygulaması

kapsamına alınma durumun da bile konut alanı olma ihtimali havaalanına yakınlığından

dolayı çok yüksek gözükmemektedir. Bu bağlamda başvurucuların delil tespiti kapsamında

elde ettikleri veriler ve zarar hesaplama yöntemi gerçekçi olmaktan uzak olup varsayımsaldır.

Başvurucular, havaalanına sınırdaş olmak gibi, taşınmazlarının konumlarından

kaynaklanan doğal bir dezavantaja da sahiptirler. Havaalanına bitişik konumda bulunması da

taşınmazların imar kapsamına alınmasını engelleyecek önemli bir etkendir.

Bu değerlendirmeler çerçevesinde zarara neden olan etkenin tek başına güvenlik

bölgesi ilan edilmesi olmayacağı aşikârdır.

Ayrıca idareyi taşınmazlar üzerindeki güvenlik bölgesi şerhini kaldırmak suretiyle

imar uygulamasına icbar etmek de mümkün değildir. İdarenin her yeri yerleşime açmak gibi

bir mükellefiyeti bulunmamaktadır. İmara açılma kararının verilmesinde taşınmazların

durumu kadar şehir planlarının gereklilikleri ve idari takdir hakkı kapsamında verilecek

kararlar da kritik önem taşımaktadır.

Yukarda izah edilen gerekçeler doğrultusunda;

Zararın oluşumu, zamanı ve nedeninin muğlak olması,

Taşınmaz üzerinde oluşan kısıtlamaların başlangıçtan günümüze sabit kalmasına

rağmen oluştuğu iddia edilen zararların aslında sonradan vukuu bulan sair gelişmelere bağlı

olarak ortaya çıkması,

Zararın önceden var olan bir değerin azalması şeklinde olmayıp değer artışının

gerçekleşmemesi olarak tezahür etmesi,

Zarara neden olan görünürdeki sebebin ortadan kalkması durumunda bile umulan

değer artışının üçüncü kişi konumunda bulunan idarenin takdir hakkı kapsamında alacağı

kararlara bağlı bulunması,

Taşınmaz üzerindeki şerh olmasa bile taşınmazın konumundan kaynaklanan doğal

olumsuzlukların benzer menfi durumun ortaya çıkmasında etkin olabileceği,

Hususları dikkate alınmak suretiyle çoğunluğun ihlal yönündeki fikrine iştirak

edilmemiştir.

Başkanvekili Üye Üye

Kadir ÖZKAYA Recai AKYEL Yıldız SEFERİNOĞLU

Üye Üye

Selahaddin MENTEŞ Basri BAĞCI