8 Ağustos 2011 Pazartesi

BU NE HAL? SEN DE SOR!





SORGULANMAYAN HAYAT...

“Sorgulanmayan bir yaşam, yaşanmaya değmez” Sokrates.

“Korku kültürüyle büyüyen toplumlarda, soru sorulamaz, özgür düşünülemez, gelişme yaşanamaz.”

Bir arkadaşımın anlattığı canlı bir örnek geldi aklıma. Bu ne hal! Soralım.
11 yaşında bir yiğit gitmiş bir arkadaşımın yanına. Sandalyeye buyur etmiş arkadaşım, oturmuş yiğit çocuk biraz da ürkerek, elinde tuttuğu karnesini göstermiş! Notlarını sormuş arkadaşım; yiğit çocuk not ortalamasının 86 olduğunu, ancak 90 olması gerektiğini anlatmış, takdirname de aldığını söylemiş. Biraz da öğretmeninden yakınmış bu arada.

Yiğit çocuğun sandalyede oturuşu, tedirgin bakışları içini acıtmış arkadaşımın, özgüven sorunu var diye düşünmüş çocuğun, yine de koyulaşmış sohbet; 24 saatini sormuş arkadaşım;

Genellikle günlerini evde geçirirmiş, okula gidermiş, bir de yüzme havuzuna. Yüzmede dereceleri de varmış. “Okul, ev ve yüzme havuzu; bermuda şeytan üçgeni” deyince daha da ilgisini çekmiş arkadaşımın, heyecanlanmış, tutkuyla soruları sıralamaya başlamış.

Okul dışında neler yaptığını, arkadaşlarını, yakınlarını, komşularını ve çevresini sormuş. Okul dışında tek uğraşı yüzmeymiş, yarışmalara katılmış, dereceleri varmış 11 yaşındaki yiğit arkadaşın.

Arkadaşlarından, akrabalarından, komşularından, sokaktaki tanıdıklarından, memleketindeki yakınlarından sormaya çalıştım, diyor arkadaşım ve ekliyor “cevap alamadım”. Anlıyorsunuz ki, arkadaşı, akrabası, komşusu, memleketinde yakını, sokakta tanıdığı yok. Şaka etmiyorum, yok.

İstanbul’da yaşıyor, dolmuşa binmemiş hiç, dolmuşun ne olduğunu da bilmiyor. Belediye otobüsünün ne olduğunu biliyor, binip binmediğini öğrenemedim. Okula servisle de gitmemiş, özel arabayla gidiyormuş. Servisle gitmek istiyor ailesi karşı çıkıyormuş.

Evlerine arkadaşlarını davet edemiyor, kendisi de arkadaşlarına gidemiyormuş.

Sokakta arkadaşı yok, çevrede komşusu, civarda akrabası yok yalnız yiğitin.
Yalnız yiğit tek başına.

Anne-baba istediğinde anneannesine gidiyor, dedesini görüyor. Babaanne ile dedeye de bayramdan bayrama uğruyor. Kadıköy’de oturuyorlar, yine Kadıköy’de yaşayan amcasını, amcaoğlunu tanımıyor. Teyzesi evlenmiş, eniştesine gidip gelemiyor.

Yalnız bir çocuk, annesiyle baş başa. Kimsesiz bir birey, tek başına, yalnız. Babası var, bu işlere pek karışmıyor; ya meşgul ya da meşgule alınıyor.

Bir sporcu, yüzmede de dereceleri var.

İşleri varmış arkadaşımın, buna rağmen sohbet etmek istemiş yiğit çocukla, içinden öyle gelmiş. Bir saate yakın konuştuktan sonra içini karabasanlar doldurmuş, neler söyleyeceğini bilememiş, acımış doğrusu. Çok şey de öğrenmiş; yaşam bu işte!

“Yavrum, yiğidim” demiş sonunda, “senin ruhunu öldürmüşler, daha fazlasına izin verme!” Garip garip bakıyormuş yiğit çocuk, ne diyor bu adam diye. “Zincirlerini kır” diye devam etmiş arkadaşım. Tebessüm etmiş dereceli sporcu. Neden tebessüm ettiğini sormuş arkadaşım; “sanki kollarımda zincir vardı, kendime geldiğimi, zincirlerimi kırdığımı hayal ettim” demiş yiğit çocuk.

Neden sokakta arkadaşları olmadığını sormuş arkadaşım, yiğit çocuk cevap vermiş: “sokakta kötü insanlar var, çocuk kaçırıyorlar, seni de kaçırırlar” demiş, annesi.

Bundan sonra ne yapacağını sormuş arkadaşım, bilmediğini söylemiş yiğit çocuk.

Sporcu, zeki bir çocuksun sen, “zincirlerini kır”, diye haykırmış arkadaşım, yeniden! Şaşırmış yiğit çocuk, neler olduğunu anlamamış!
Senden ne istiyorlarsa daha fazlasını sen de ailenden iste, demiş, arkadaşım. Neden istediklerini sor, sorgula, algıla! Senin istediklerini yapmadıkları zaman, neden yapmadıklarını sor, sorgula, algılamaya çalış. Anlatsınlar, açıklasınlar, seni ikna etsinler. Aklına yatan şeyler söylerlerse tamam! Yoksa ısrar et demiş arkadaşım, neden-niçin istediğini de açıkla, demiş!

Neden arkadaşlarını eve davet edemediğini de sor! Neden sokakta arkadaş edinmene izin vermediklerini, amcanı ve amcanın oğlunu neden tanımadığını, nenenin dedenin neden size ziyarete gelmediklerini, teyzenin, eniştenin, babaannenin, dedenin yanına neden sık sık gidemediğini, onların neden gelemediklerini de sor! Neden dolmuşa binmeyi bilmediğini, neden Kadıköy’e, amcana, amca oğluna, babaannene, dedene tek başına gitmeyi beceremediğini sor! Sana ne yaptıklarını sor! Sen, Allah’ın tek başına yarattığı bir kulsun, bir bireysin. Hayatı tek başına kucaklayabilecek bir insan olup olmadığını da sor! Anne babanın arzularının esiri olup olmadığını da sor! İnsan doğdun, insan kalıp kalamayacağını da sor! demiş arkadaşım.
Onlara bir şey olduğunda, onlar öldüğünde ne yapacağını da sor! Amcanla, eniştenle, kuzeninle tanışıp tanışmayacağını da sor! Dedelerini, nineni, babaanneni, arkadaşlarını evine davet edip edemeyeceğini de sor. Dolmuşa binip binemeyeceğini, okula servisle gidip gidemeyeceğini de sor. Sor yiğidim, sor! Şimdiden sor, her şeyi sor! Özgürce sor! Korkmadan sor! Sormayı, sorgulamayı, algılamayı öğren. Zincirlerini kır! demiş arkadaşım.
Sen yalnız doğdun, yalnız öleceksin. Kendi başına yetmeyi öğren. Kendine, hayattan ne beklediğini sor! Korkmadan, özgürce düşünmeye, gelişmeye nasıl baktıklarını sor!

Hayatta yalnız, tek başına, 11 yaşında bir yiğit gitmiş arkadaşıma.
Sokakta arkadaşı, çevrede komşusu, civarda akrabası yok, yalnız Yiğit.
Yiğit yalnız, tek başına.

“Korku kültürüyle yaşanılan evlerde de soru sorulamaz, özgür düşünülemez, gelişme yaşanamaz.”

“Sorgulanmayan bir yaşam, yaşanmaya değmez.” diyor, Sokrates.
Var mı, çevrenizde bildiğiniz, gördüğünüz evler!

Bu ne hal!

Sen de sor!

Sorgulanmayan hayat, hayat değildir...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

HERKESİ OYUNA KATMADAN HORONUN TADI ÇIKMAZ




HORONA KATILMAK...


“Yanlışı gören ve önlemek için elini uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur.’’ der, Kızılderililer. Doğrularımızı destekleyin, yanlışlarımıza el uzatın. Biz biliyoruz, herkesi oyuna katmadan horonun tadı çıkmaz. Bu horon, bu havzanın sakinlerine, sizlere emanettir.

Çoğunlukla Fatsa’da yaşayan, tutkulu, coşkulu, heyecanlı birkaç insanın girişimci ruhlarını somutlaştırdıkları bir çalışmadır Avrasya A.Ş. Özel MediTech Hastanesi. Bu girişimci kişilerin çevrelerinde toplanan insanlar, güvenlerinin göstergesi olarak küçücük sermayelerinden büyük miktarlarla bu sevdaya katılmışlardır; bayrak dikilmiştir.

60 kişiye yakın ortak, birbirlerini kah çekerek, kah iterek bugünlere geldiler. Devam ediyorlar. Ellerini bölgenin sorunlarına uzatıyorlar, ellerinizi kendilerine uzatmayı sürdürmenizi, işbirliğini bekliyorlar.

Türkiye’de parti liderleri milletvekili olacak adayları seçerler, halkın oyuna sunarlar. Allah esenlikler versin, eskimeyen parti liderlerinden Sn. Süleyman Demirel ile Ordulu hemşerimiz eski milletvekillerinden Sn. Hamdi Maden’in arasında geçen, zeka pırıltılı sözleri bana Ahmet Becioğlu anlatmıştı.

Yine bir seçim dönemi, Sn. Demirel listeyi hazırlamış, Hamdi Maden’i de 6. sıraya koymuş. Bu sıradaki adayın seçilmesi de zor. Hamdi Maden atlamış gitmiş, Demirel’e gözükecek. Görünce Demirel, fırsat vermeden, kendine has üslubuyla, “Dozer gibi önüne kat 5 tane adayı Ankara’ya getir” demiş. Hamdi Maden şaşırmış, bir an ne diyeceğine karar verememiş, sonra toparlamış kendisini “Ben bu 5 adayı önden çekeyim’’ demiş.

Çekici olmak, ne güzel! Bundan tam 6 yıl önce 2005 yılında tamamlanan kuruluş çalışmalarından sonra birbirlerini çeken ve dozer gibi önüne katan girişimci ve ortakları Avrasya A.Ş. Özel MediTech Hastanesinin temelini attılar. Bu sevdalıların gözü hedeften başka bir şey görmedi. Odaklandılar; gece-gündüz demeden, Sağlık Bakanlığı Ruhsatlandırma Dairesinden gelen ekibin gayrı resmi görüşüne göre, “Türkiye’nin sağlık standartlarına uygun en iyi 3 hastanesinden birini” Fatsa’ya kazandırdılar.

2009 yılı Ocak ayının başında da hastaneyi hizmete açtılar. Bu havzada sağlık anlayışını değiştirdiler; hizmet için koşan, gülümseyen, hastayı misafir yapan bir kültür oluşturdular. Sağlık hizmet standardını da geliştirdiler; sağlık etiğine uygun özgür çalışma ortamı yarattılar. Sağlık zihniyetini de değiştirdiler; misafirlerini annesi, babası, kardeşi, yavrusu, dostu gibi daha samimi, daha yakın, daha candan ağırlamayı sürdürdüler. Teşhisi, tedaviyi insana layık bir algıyla her MediTech’linin ruhuna kaydettiler. Çalışanları ortak, hastaları misafir yaptılar. Sözde bırakmadılar, uygulamaya girdiler. Hep birlikte kendilerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmeye gayret ettiler. Bunun da karşılığını, özellikle havzadaki herkesin beğenisini, takdirini kazanarak aldılar.

Hastaneyi hizmete açmaya karar verince, yeni ortaklar olarak çalışanları bünyelerine katmışlardı. Hizmet başlayınca bu kervana gerçek sahipler katıldılar; ana ortaklar, sağlık hizmeti almak isteyen herkes! Her geçen gün ana ortakların, gerçek sahiplerin sayıları artıyor. Bu sayıları web sitemizde her gün yayımlıyoruz (www.meditech.com.tr). Bu havzanın en büyük özel kuruluşlarından MediTech’in gerçek sahibi, sakinleridir. Yönetim ise, arzulanan hizmetlerin, insan odaklı zihniyetin temsilcisidir.

Avrasya A.Ş. Özel MediTech Hastanesi, birliğin örnek bir girişimidir. Örnek olmak yetmez örnek kalmaya devam edecektir. Örnek olmaktan daha önemlidir örnek kalmak. Bayrağı dikmek hepimize nasip oldu, bayrağın dalgalanmasının sorumluluğu hepimize aittir. “Yanlışı gören ve önlemek için elini uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur” der, Kızılderililer. Doğrularımızı destekleyin, yanlışlarımıza el uzatın.

Bu horon, bu havzanın sakinlerine, sizlere emanettir!

Herkesi oyuna katmadan horonun tadı çıkmaz.