NEDEN SEN? ALLAH BİLİR, BİZ BİLMEYİZ!
Hepimizin hayatında böyle bir kesit vardır: Başarılı olduğumuzda nasıl oldu da başarılı oldum, diye sormayız. Başımıza bir felaket geldiğinde sorduğumuz soru; Neden Bu Benim Başıma Geldi? Dün bir arkadaşımla konuşurken bu hikaye aklıma geldi. Sabah'ın kör karanlığında internete girdim, hikayenin yazılarını buldum. Bir tanesini aldım, kopyaladım. Sizinle paylaştım. Hepimizin hayatında böyle bir parça vardır. Mutlulukların hesabı mutsuzluklarda sorulmaz!
'' PerşembeTanrı'ya "Neden ben" demeyen adam
BÜYÜK sporcular nasıl yetişir? Başarıya götüren hayat hikâyeleri ve ona şekil veren toplumsal koşullar nelerdir?
Yeni yılın ilk yazısında, sadece ülkemiz sporu için değil insanlık için de büyük dersler taşıdığını düşündüğüm, efsane tenis oyuncusu Arthur Ashe'in yaşam öyküsünden bahsedeceğim. Sporcu olan ve sporcu olmak hayali kuran binlerce gencimize rol modeli olacak bir kişi o. Üç Grand Slam kazanan ilk siyah tenisçi olmasının yanında bilge bir kişi ve insan hakları aktivisti...
10 Temmuz 1943 tarihinde doğdu. Daha 6 yaşındayken, 27 yaşındaki annesini kaybetti. Polis memuru babası ona ve kardeşine baktı. Babası o zamanki siyahî ailelerin yaptığı gibi oğlunun zayıf ve çelimsiz olduğu için futbol oynamasını yasakladı. Tenis oynamak için ne zengin bir mahallede oturuyordu, ne de dolarları vardı. O dönemde, hem siyah hem yetenekli olmak şişedeki iki akrep gibiydi, ikisinden birisi yok olacaktı. Ama Ashe'in yeteneğinin önünde hiçbir şey duramayacaktı. Tabii bunda yetenekli gençleri koruyan Amerikan eğitim sisteminin de hakkını yemeyelim. Önce kolejde, daha sonra California Üniversitesi'nde tenis bursuyla eğitimini sürdürdü.
Amerikan Davis Cup takımına seçilen ilk siyahi tenisçi olduğunda 20 yaşındaydı. 5 yıl sonra 1968'de Amerika Açık'ı kazandı. 1975'te Jimmy Connors karşısında Wimbledon tarihini değiştirecek ve bu kupayı kazanan ilk ve son siyahi oyuncu olarak tarihe geçecekti.
Geçirdiği kalp ameliyatı sonrası 1980 yılında tenis kariyerine son verdi. Sivil hakların mücadelesi kendisini öyle adamıştı ki, 1992 yılında Haitili göçmenler için uygulanan politikaları protesto için gittiği Beyaz Saray önünde gözaltına alındı. Siyahların gördüğü ikinci sınıf muamelemeyi anlatmak için "zenci olmak AIDS'li olmaktan daha zordu" diyecekti.
Ölümcül AIDS hastalığı sonucu 50 yaşında hayata gözlerini yumduğunda tenis tarihinin belki en başarılı değil ama hüzünlü sayfalarından biri kapanıyordu.
Bugün 254 milyon dolara malolan ve 23 bin seyirci kapasitesi ile Amerikan Açık'a ev sahipliği yapan dünyanın en büyük tenis stadyumuna O'nun ismi verildi. Öldüğü tarihten itibaren burada her yıl 'Arthur Ashe Çocuk Günü' etkinlikleri düzenleniyor.
Turnuvanın ana tablo maçlarından önceki pazar günü çocukların ve önemli tenis yıldızlarının katılımıyla yapılıyor ve televizyondan yayınlanıyor. "Kids Day" etkinliğine Agassi, Nadal, Federer, Roddick, Serena ve Venus Williams, Graf gibi yıldızlar katılarak O'nu andılar.
Arthur Ashe'i bugün bile saygıyla anılmasını sağlayan sadece büyük bir sporcu olması değildi elbette... Belki de dünyanın en iyi tenisçisi arasında ilk 10'a bile giremeyecekti. Ama O'nu büyük yapan başka şeyler vardı...
Hastalandığında dünyanın her köşesindeki hayranlarından gelen mektuplara verdiği -Elif Şafak'ı dahi hayran bırakacak edebi ve bilge dolu- cevaplardı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu: "Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"
Arthur Ashe buna şu cevabı verdi:
"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisi öğrenir, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya 'Niye ben?' mi demeliyim? Mutluluk insanı tatlı yapar. Zorluklar güçlü yapar. Hüzün ise insan yapar. Yenilgi mütevazı yapar. Başarı insanı ışıldatır. Ama yalnız Tanrı, yolumuza devam etmemizi sağlar. Tanrı'ya asla 'Niye ben?' diye sormayın... Ne olacaksa olacak. O'nun kendine has usulleri vardır. Her şey kendi iyiliği için olur. İnancınızı koruyun..."
Spora ve insana dair inancımızı koruyacağımız bir yıl diliyorum.''
ÖMER GÜRSOY 03 Ocak 2013 Perşembe
'' PerşembeTanrı'ya "Neden ben" demeyen adam
BÜYÜK sporcular nasıl yetişir? Başarıya götüren hayat hikâyeleri ve ona şekil veren toplumsal koşullar nelerdir?
Yeni yılın ilk yazısında, sadece ülkemiz sporu için değil insanlık için de büyük dersler taşıdığını düşündüğüm, efsane tenis oyuncusu Arthur Ashe'in yaşam öyküsünden bahsedeceğim. Sporcu olan ve sporcu olmak hayali kuran binlerce gencimize rol modeli olacak bir kişi o. Üç Grand Slam kazanan ilk siyah tenisçi olmasının yanında bilge bir kişi ve insan hakları aktivisti...
10 Temmuz 1943 tarihinde doğdu. Daha 6 yaşındayken, 27 yaşındaki annesini kaybetti. Polis memuru babası ona ve kardeşine baktı. Babası o zamanki siyahî ailelerin yaptığı gibi oğlunun zayıf ve çelimsiz olduğu için futbol oynamasını yasakladı. Tenis oynamak için ne zengin bir mahallede oturuyordu, ne de dolarları vardı. O dönemde, hem siyah hem yetenekli olmak şişedeki iki akrep gibiydi, ikisinden birisi yok olacaktı. Ama Ashe'in yeteneğinin önünde hiçbir şey duramayacaktı. Tabii bunda yetenekli gençleri koruyan Amerikan eğitim sisteminin de hakkını yemeyelim. Önce kolejde, daha sonra California Üniversitesi'nde tenis bursuyla eğitimini sürdürdü.
Amerikan Davis Cup takımına seçilen ilk siyahi tenisçi olduğunda 20 yaşındaydı. 5 yıl sonra 1968'de Amerika Açık'ı kazandı. 1975'te Jimmy Connors karşısında Wimbledon tarihini değiştirecek ve bu kupayı kazanan ilk ve son siyahi oyuncu olarak tarihe geçecekti.
Geçirdiği kalp ameliyatı sonrası 1980 yılında tenis kariyerine son verdi. Sivil hakların mücadelesi kendisini öyle adamıştı ki, 1992 yılında Haitili göçmenler için uygulanan politikaları protesto için gittiği Beyaz Saray önünde gözaltına alındı. Siyahların gördüğü ikinci sınıf muamelemeyi anlatmak için "zenci olmak AIDS'li olmaktan daha zordu" diyecekti.
Ölümcül AIDS hastalığı sonucu 50 yaşında hayata gözlerini yumduğunda tenis tarihinin belki en başarılı değil ama hüzünlü sayfalarından biri kapanıyordu.
Bugün 254 milyon dolara malolan ve 23 bin seyirci kapasitesi ile Amerikan Açık'a ev sahipliği yapan dünyanın en büyük tenis stadyumuna O'nun ismi verildi. Öldüğü tarihten itibaren burada her yıl 'Arthur Ashe Çocuk Günü' etkinlikleri düzenleniyor.
Turnuvanın ana tablo maçlarından önceki pazar günü çocukların ve önemli tenis yıldızlarının katılımıyla yapılıyor ve televizyondan yayınlanıyor. "Kids Day" etkinliğine Agassi, Nadal, Federer, Roddick, Serena ve Venus Williams, Graf gibi yıldızlar katılarak O'nu andılar.
Arthur Ashe'i bugün bile saygıyla anılmasını sağlayan sadece büyük bir sporcu olması değildi elbette... Belki de dünyanın en iyi tenisçisi arasında ilk 10'a bile giremeyecekti. Ama O'nu büyük yapan başka şeyler vardı...
Hastalandığında dünyanın her köşesindeki hayranlarından gelen mektuplara verdiği -Elif Şafak'ı dahi hayran bırakacak edebi ve bilge dolu- cevaplardı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu: "Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"
Arthur Ashe buna şu cevabı verdi:
"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisi öğrenir, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya 'Niye ben?' mi demeliyim? Mutluluk insanı tatlı yapar. Zorluklar güçlü yapar. Hüzün ise insan yapar. Yenilgi mütevazı yapar. Başarı insanı ışıldatır. Ama yalnız Tanrı, yolumuza devam etmemizi sağlar. Tanrı'ya asla 'Niye ben?' diye sormayın... Ne olacaksa olacak. O'nun kendine has usulleri vardır. Her şey kendi iyiliği için olur. İnancınızı koruyun..."
Spora ve insana dair inancımızı koruyacağımız bir yıl diliyorum.''
ÖMER GÜRSOY 03 Ocak 2013 Perşembe