25 Temmuz 2011 Pazartesi
SİZ NE DERSİNİZ?
SİLAHLA AŞK...
Silahla aşk sevgiyi öldürüyor...
Geçen hafta köyümüzde bir düğüne katıldım. Köyün neredeyse çoğunluğu düğündeydi. Çocukluk günlerimizi birlikte geçirdiğimiz arkadaşlarımla görüştüm. Gençler eğleniyor, müzik eşliğinde oyunlar oynuyorlardı. Silah sesleri tedirgin etti, beni. Çevreme baktım, silah tutanlardan kimseyi tanımıyordum. Köyün eskimeyen gençlerinden bir arkadaşımı yanımda buldum. Merminin kaç lira olduğunu sordum. Kayda değer bir rakam söyledi. Silah atan arkadaşlar acaba mermi paralarıyla gelinle damada değerli hediyeler sunsalar daha iyi olmaz mıydı? Keşke büyük düşünseler, bunu yapsalardı. Büyük şeyler yapabilmek büyük düşünmekle başlar da, ondan diyorum. Siz ne dersiniz?
Aklıma çocukluk günlerim geldi. Fatsa Kurtuluş Mahallesi’nde eski fındık fabrikasının yanındaki sarı evde doğdum. O zamanlar sahil yolu yoktu. Deniz dalgaları sahildeki evlerin denize bakan cephelerini okşardı. Kumsalda coşardık. Sahilde topladığımız taşlarla denizin yüzeyinde gördüğümüz her çeşit canlıya kavuşmaya bayılırdık. Arkadaşlarla aramızdaki sataşmalarda da rol oynardı bu taşlar. Kimimizin kafasından pekmez aktığı da olurdu. Mahalle evlerinin camlarından hırsımızı aldığımız da olurdu. Kime kızmışsak, hedef onun evi olurdu. Sadece anne babalarımız değil, komşu amcalarımız, yengelerimiz de toleranslı davranırlardı. Annem Kabakdağı Köyü’nden gelin gelmişti; Kabakdağı’nın bütün erkekleri dayım, hanımları da teyzem oluvermişti. Boyu kısa, çelimsiz bir çocuktum. Hareket halinde bir çocukluk geçirdim. Çok soru sorar, bıktırırdım. Benimle tanışan da, tanışmayan da pişman olurdu.
Babam mahallemizde mağaza işletirdi. Bu sayede de tanımayan, tanımadığım kimse kalmamıştı. Herkesle aram iyiydi. Kavga ettiğimiz de olurdu arkadaşlarla. Gücüm yetmeyince, sahildeki taşlar imdadıma yetişirdi. Mahallemizin, ayakta kalan evlerinin dili olsa, pencere camlarının hesabını bugün bile sorabilirlerdi. Çok pencere camı kırdım. Rahmetli babam, kırdığım camların parasını ödemekten bıkmıştı. Hiçbir şey söylemez, fiske bile vurmazdı. Gözleriyle konuşurdu. Babam, Kurtuluş Mahallesi’ndeki fındık mağazasını Karahamza’ya (şimdiki Çatalpınar) taşımaya karar vermişti, 1950’li yıllarda. Dumlupınar İlkokulu’nun 2. sınıfını bitirmiştim. Bana da yol görünmüştü. Babaannem, annem , babam ve 4 kardeş taşındık, iki yıl yaşadık orada, bu arada beşinci kardeşimiz de doğdu, güzel anılarımız oldu. İlkokulun 3. ve 4. sınıfını da Çatak’ta okudum. Babaannem yaşlı, güzel, biraz da şişman bir bayandı. Duayeri Köyü’nde geçirmişti ömrünün büyük bir kısmını. Yeniden köyümüze dönmek isteyince, yalnız kalmasın diye babam beni de babaannemle göndermişti. Bu yüzden ilkokulu köyde bitirdim.
1960-1961 yılında okulu bitirmiş, 11 yaşından gün almış, yine küçücük boylu, zayıf, çelimsiz bir çocuktum. Orta okula gitmek istedim, yaşım küçüktü, üstüne üstelik Fatsa’da evimiz yoktu; nerede yatıp kalkacaktım. Bir de, babaannem ne olacaktı; yalnız köy yerinde nasıl kalacaktı. Rahmetli babam dayanamazdı, annesini yalnız bırakamazdı, bana da eşlik etmek düşmüştü. Tamı tamına 3 yıl köyümüzde babaanneme eşlik ettim. Bütün günlerim, tek katlı kulübevari bir evden fındık bahçesine, hayvanları otlattığımız köyün merasından ormanlara uzanan yollarda geçiyordu. Güvenlik sorunumuz vardı; ya da öyle hissettiriliyorduk. Elimizde balta, girebi, orak gibi kesici aletlerle dolaşır, belimizde çividen yaptığımız tornavida, babamızdan habersiz yürüttüğümüz çakar almaz silahlar olurdu. Lakandı (bir çeşit toplu tabanca) belimize taktığımızda namlusu dizimize kadar uzanırdı; silahı belimizde tutabilmek için yamalı pantolonumuzun belini iplerle bağlardık; bel kemerimiz yoktu.
Silah erkeklik göstergesiydi, erkekler silah taşımalıydı. Güvenlik sorunu vardı, ya da algısı böyleydi. Lakandı taşımasam olmazdı. İki yıldan fazla taşıdığım, mermi atan bu demir parçası dostum olmuştu. Onsuz oturup kalkamıyordum. Bu tabancayla itibar kazanıyordum. Güvenliğimi sağlıyordum. Bir gün bir hedefe ateş etmek istedim, denedim, olmadı. Mermi çürüktü. İkincisini, üçüncüsünü ateşledim, yine olmadı. İki yıl üzerimde boş silah taşımıştım!
Düğünde gördüğüm gençlerin silahlarının markasını bilmiyorum. Kimlerdi onlar tanımadım, tanışmadım. Anladığım kadarıyla boş silah da taşımıyorlardı. Acaba onlar dolu silahla güç mü kazanıyorlardı. Bilginin gücünün de farkındalar mıydı, bu gençler? Adet olduğu için mi silah taşıyor, düğünleri mi şenlendiriyorlardı? Düğün sahipleri mi bunu istiyordu, bunu da bilmiyorum.
Silah atan arkadaşlar acaba mermi paralarıyla gelinle damada değerli hediyeler sunsalar daha iyi olmaz mıydı? Keşke büyük düşünseler, bunu yapsalardı. Büyük şeyler yapabilmek büyük düşünmekle başlar da, ondan diyorum.
Siz ne dersiniz?
SİLAHLA AŞK...
Silahla aşk sevgiyi öldürür...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.