İlhan Demirkol, Fatsa’nın Kurtuluş Mahallesi’nde doğmuş, okula gitmiş, gençlik yıllarını geçirmiş, halen İstanbul Kozyatağı’nda faaliyet gösteren Demirkol Otomotiv’in ortaklarından iki kardeşten biri. Avrasya Özel MediTech Hastanesi’nde personelle yaptığımız “Kişisel Gelişim ve İnsan İlişkileri” seminer çalışmaları hakkında bilgi edinince, İstanbul İstinye‘de 1970’li yıllarda “Beldesan”’ bisiklet fabrikasına iş müracaatı konusundaki hikâyesini anlattı.
Üniversite imtihanlarına girmiştim, İstanbul’da bir fakülteye gireceğimi umarak iş müracaatları yapıyordum. Bu arada, taşra üniversitelerine de gidip geliyordum. Puanım da yüksek değildi. Adana’ya gittim; Adanalılar, o yıllarda, bizim üniversitelerimizde Adanalılar okuyacak diyor, bize yüz vermiyorlardı. Gidin İstanbul’da okuyun diyorlardı. Biz de İstanbul’a dönüyorduk.
Bu arada İstanbul üniversitelerinde puanıma uygun yerler de arıyordum. Tam bu günlerde Beldesan bisiklet fabrikasına başvurdum. Çağrıldım, görüştük, beğenildim, işe başlamam istendi. Ben de ücretimi sordum. Asgari ücret önerilince tepki verdim, işe başlamayacağımı söyledim, ayrıldım. Fabrikanın bahçe kapısından çıkarken, görevliler Genel Müdürün beni çağırdığını söylediler, geri döndüm. Genel Müdürün odasına biraz da çekinerek girdim, orta yaşın üstünde sevimli bir yöneticinin karşısındaydım. “Otur bakayım kabadayı” diyerek beni biraz okşadı, karşısına oturttu. “Kısaca delikanlı biz burada yeni işe girenleri, bünyemizdeki sendikayla imzaladığımız sözleşme dolayısıyla, asgari ücretle işe alabiliyoruz. Sen, deneyimini öne sürerek, daha fazla ücret istemiş, bu ücretle çalışmam demişsin. Bu senin için bir fırsat, önce işe gir, kendini göster, senin başındakiler deneyimli insanlar seni, farkını görürler, çalışmanı takdir ederler”, deyince aklım başıma gelmişti. İşi kabul ettim, başladım. Sanat Enstitüsünde aldığım eğitim dolayısıyla el yatkınlığım vardı. Ayrıca fabrikaya girmeden önce çalıştığım yerlerde de tecrübe kazanmıştım.
Başımda bulunan ustam, işini bilen, maharetli, el becerileri iyi olan bir kişiydi. Takıldım peşine, nereye gitse peşindeydim. Ne yapıyorsa beynimin kamerasına kaydediyordum. Mesai kavramını unutmuş, kendimi işe kaptırmıştım. Kısa zamanda fabrikanın bütün makinelerini tanımış, sorunlarını da çözer hale gelmiştim. Tam altı ay sonra formen (İşçilerin düzenli ve verimli çalışmasını sağlayan ve işçiler üzerinde otoritesi olan işçi) olmuştum. Maaşım da artmıştı. Kısa zamanda çalışmamın karşılığını görmüş, başarılı olmuştum. 28 ay çalıştım, mutlu kaldım; çalıştım, iş öğrendim, bu fırsatı değerlendirmem, hayatımı kurmama son derece yarar sağladı. Bu sürede üniversite sınavlarına devam ettim. İstanbul yine olmadı. Artık Anadolu üniversitelerine gitme kararı almıştım. Adana bunlardan biriydi.
Fehmi Demirkol ağabeyimin küçük bir otomobil tamirhanesi vardı. Boş zamanlarımda motor sökme-takma işi yapıyordum. Diğer tamiratlarla da uğraştığım oluyordu. Ağabeyim de çalışmamı izliyordu. Çalışmalarımı
takdir ettiğini hissediyordum. Üniversitede okumak istediğimi, bana destek olup olamayacağını sordum. O da bana, kaç puan aldığımı sordu. Puanımı söyler söylemez, “seni bu puanla işe alıyorum”, dedi. Ben de böylece kaderimin çizildiği yerde kaldım. İşe yaramayan biri olsaydım, ağabeyim beni yanına alır mıydı dersiniz. Ben tamirhaneyi küçümsemeden çalıştım, şimdi 30 kişiye iş verdiğimiz bir servis oldu burası.
“Küçük işleri küçümseyenler, büyük işlere küçük gelirler. Dün tamirci çırağı olan ben, bugün bu işletmenin ortağıyım” demeye getiriyor, benim arkadaşım İlhan.